ciddimevzu

devrim ve evrensel tarih // thomas nail

deleuze ve guattari’ye göre, ön-verili bir toplumsal kimliğin kendisini bütün seleflerinde görebildiği için değil fakat kapitalizmin varlıkları kendi “doğal” ya da “uygun” uzam-zamanlarından bir dünya piyasasında mübadele edilebilecek şekilde koparmış olduğu için, tarih evrenseldir. bu yersiz-yurtsuzlaşmış tarihsel olaylar, bundan sonra, şimdi’nin kuruluşuyla doğrudan bağlantılı hale gelirler.

Her şeyden önce, bir çok-merkezli siyasal teşhis kavramını, her ikisi de temsili siyasete sürdürülebilir bir alternatif ortaya koymaktan aciz olan birbiriyle çatışan iki evrensel tarih kavramsallaştırmasından ayrıştırıyorum.

ardışıklığın evrensel tarihi

Birinci kavramsallaştırmaya göre, evrensel tarih, siyasal örgütlenmenin giderek daha üstün hale gelen biçimlerine doğru giden kaçınılmaz kriz uğraklarının ardışıklığıdır. Bu anlamda devrim, ilerici, evrimci ve teleolojik bir güçtür. Siyasi tarihin ayrı ayrı anların ve evrelerin birbirini takip etmesi yoluyla işlediği kavramsallaştırması, bu evreleri birbirinden ve geçmekte oldukları zeminden ayrıştırabilen bir birlik, zemin ya da kimlik düşüncesine dayanmaktadır. Her bir evre, birbirinden ayrıdır fakat bizzat tarihin temelindeki okun yönünü izler şekilde bir önceki evre ile nedensel olarak bağlantılıdır. Fakat bu evrensel siyasal ardışıklık ister teleolojik, ister evrimci isterse ilerici olsun, yine de devrimi, bir durum ile diğeri arasındaki öncelikli bir tarihsel devamlılığın bilgisinin rehberlik ettiği biçimde, bir durudan diğerine dönüşüm olarak tanımlanmaya devam edilmektedir. Bu kurama göre, devrimci hareketler, durumların ardışık ve giderek eksiksiz devrimci tekrarı ile, kendi önceden tanımlanmış hedefleri doğrultusunda ilerlerler: eksiksiz devlet-biçiminin kendisi, devlet-liberalizmi, devlet-komünizmi, devlet-kapitalizmi vb.

Gelgelelim bu evrensel tarihsel ardışıklık kuramının ortaya koyduğu sorun, nedensel olarak farklı anların birbirinin yerlerine geçişini önceden verili bir kimlik sentezi olarak kabul etmesi nedeniyle, dışsal değişim ya da rastlantı ihtimali olmaksızın aynı tarihsel-siyasal önvarsayımlarından başka bir şeyi yeniden üretmemesiyle sonuçlanması nedeniyledir. Bu tarih, nihayet, evrensel bir devletler ve onların devlet-olmayan güçleri ele geçirme tarihidir. Bu kuram, tarihi, “x”in mevcut egemen ideolojinin mükemmelleştirilmesine denk düşen biçimde, “x”in gelişme eğilimi olarak tanımlar: devlet biçimi. Bir başka deyişle, ardışıklık kavramı, verili bir şimdiki anı önvarsayar ve ardından, geçmişi ve geleceği de bu şimdiki anın tekrarlamaları olarak anlar: birincil nedenlerinin etkileri olarak. Bu durum, rastlantısal ve devrimci bir olayın bu birliğin altını oyabilme olasılığına, tarihin gerçek önvarsayımlarını değiştirme olasılığına kapıyı kapatır. Tarihsel ardışıklık, bu anlamda, değişikliğe izin verebilir fakat ancak yeni siyasal olaylar eliyle değişmeyen ön-verili parametrelerin kendisi olarak. Bir devlet-olmayan iktidar söz konusu olabilir fakat yalnızca devlet iktidarının mükemmelleştirilmesine dönük hareket eden bir gelişim aşaması olarak.

Yine, bu devrimci tarih kuramının düşünemediği şey, bir devlet-olmayan tarihsel anlatı kavramıdır. Devleti ele geçirmenin telos‘undan ayrı, gerçek biçimi olarak devrimin bir olumlu bileşimi meselesi henüz ciddiye alınmış değildir. Devrimci Marksizm, her ne kadar Marx’ın kuramsal amaçları son kertede devlet-karşıtı ise de, sadece burjuva devlet-organının yerine komünist parti-devletini geçirmekte başarılı olmuştur; fakat bugün itibariyle üzerine kafa yorulması ve uygulamaya konulması gereken şey, hem partinin hem de devletin yerini alacak yeni türden bir devlet-olmayan organdır.

rastlantının evrensel tarihi

İkinci kavrama göre evrensel tarih, çoklu ve rastlantısal güçlerin bir arada var olan gizilgücüdür. Bu anlamda devrim, bu türden bir dönüşümün gizilgücüdür. Rastlantının evrensel tarihi, tarihsel ilerleme, teleoloji, devlet ve alttan alta işleyen tarihsel birlik kavramlarını reddeder. Ne yazık ki, tarihsel siyasal biçimlerin katışıksız rastlantısallığı ve bir arada var oluşu, devrimlerin fiilen nasıl ortaya çıktığını anlamak açısından faydasızdır. Deleuze ve Guattari’nin siyasi tarih kavramsallaştırmasını okumanın yollarından biri, onu rastlantısallığın ve bir ara var oluşun evrensel tarihi olarak okumaktır.

Jay Lampert, Deleuze and Guattari’s Philosophy of History [Deleuze ve Guattari’nin Tarih Felsefesi] kitabında özellikle bunu ele alır. Lampert’in iddiasına göre, ardışıklığın evrensel tarihi, “sadece üzerlerinde birincil nedensel etkiye sahip oldukları kendilerine benzeyen olaylara sahip olayları ‘benimser’; olayları tamamen rastlantısal ya da ardışık olarak etkilenmemiş birincil nedenler tarafından belirleniyorlarmış gibi görür ve olayları teleolojik biçimde okur” (2006: 7). Lampert, ardışıklığa karşı çıkarak şunu ileri sürer:

Zamanı, bir topolojik alanın kıvrılması ve yayılması olarak düşünebiliriz. Zaman kendi üzerine kıvrıldığında, alan, diğer parçaları arkaya geçmiş –mevcut fakat arka planda– biçimde bir zaman için tek bir küçük kare olarak şimdi’leşir. Geri yayıldığında ise, şimdiler yeniden örgütlenir ve yeni ön plana çıkmalar gerçekleşir. An’lar her daim kayma halindeki bir topoloji üzerinde yeniden formüle edilirler.; en küçük olası bakış açıları olarak, bir anlamda, gerçektirler. Sonuçta, en küçük noktalar ve bunların şimdilik sırası, kendilerini saran genel alanın kıvrılmalarına ve yayılmalarına bağlıdır.

(2006: 16)

Şayet “evrensel tarihi, bir zorunluluk tarihi değil de bir rastlantılar tarihi [olarak]” ve tarihsel olayları da bütün “geçmiş, şimdi ve gelecek” olayların (bazıları daha fazla ön plana ve bazıları da daha fazla arka plana geçen) kıvrılmış kesişimleri olarak kabul edersek, o zaman, tarihte herhangi bir zorunlu ya da önceden verili teleoloji, evrim ya da ilerleme değil, sadece yeniden-düzenlenmeye sürekli biçimde açık olan geçici heterojen uğrakların farklı dizilimleri olabilecektir. (Deleuze ve Guattari 1983:163/140). Deleuze ve Guattari’ye göre:

Bu anlamda, Marx tarafından formüle edilen kurallara harfiyen uymamız durumunda bütün bir tarihi retrospektif olarak kapitalizmin ışığında anlamakta bir sorun yoktur: ilk olarak, evrensel tarih bir zorunluluklar tarihi değil, bir rastlantısallıklar tarihidir; ve bir süreklilikten değil, kırılmalar ve sınırlardan oluşur. Akışların kodlamadan kaçması için herhangi bir yerde daha önceden üretilmiş olan ya da hiçbir zaman üretilmemiş olan büyük şansları, [ve] şaşırtıcı karşılaşmaları gerektirmesi ve kaçışın da bir kapitalist socius olarak tarif edilebilecek yepyeni bir makine  oluşturmasıdır söz konusu olan… Sözün kısası, evrensel tarih sadece retrospektif değil, rastlantısal, tekil, ironik ve eleştireldir.

(1983: 163–4/140)

Deleuze ve Guattari’nin evrensel tarih kavramsallaştırması, tarihin (kapitalizmin) “sonu” bakış açısından yola çıkması ve fakat bu “son”un onun nihai sonu olmaması anlamında, ironiktir. Bu evrensel tarih, kapitalizmin sınırlarını sürekli bir biçimde ondan kopmaya devam eden yeni bileşenlere doğru itiyor olması anlamında eleştirel; ve tarihsel olayların aynı birleşik koşulu ifade etmeyen rastlantısal karşılaşmalara dayanması anlamında tekildir.

Deleuze ve Guattari’ye göre, ön-verili bir toplumsal kimliğin kendisini bütün seleflerinde görebildiği için değil fakat kapitalizmin varlıkları kendi “doğal” ya da “uygun” uzam-zamanlarından bir dünya piyasasında mübadele edilebilecek şekilde koparmış olduğu için, tarih evrenseldir. Bu yersiz-yurtsuzlaşmış tarihsel olaylar, bundan sonra, şimdi’nin kuruluşuyla doğrudan bağlantılı hale gelirler. Lampert’e göre, siyasi tarihin neoliberal çıkmaz sokağının etrafından dolanan yol, bu anlamda, “bir-arada-var-olan tarihin devrimci gizilgücüdür” (2006: 140). “Sözün kısası,” demektedir Lampert, Deleuze ve Guattari’nin iddiasını takip ederek, “karar verilemez olan, devrimci kararların türünün en iyisi olan tohumu ve yeridir” (Deleuze ve Guattari 1987: 590–1/473), “[devrimci] olaylar, yeni bir şey yaptıkları için değil, karar verilemez bir şey yaptıkları için rastlantısaldır (Lampert 2006: 169). Eğer tarih evrensel olarak rastlantısal ise ya da geçmişin, şimdi’nin ve geleceğin devrimci olaylarının bazıları ya da herhangi biri herhangi bir uğrakta yeniden ortaya çıkabilirse (Fransız devrimi, ’68 olayları, gelecek olaylar vb.), o halde, devrim kavramı da asla tükenemez ve “Deleuzecü tarihçi” de “bedenleri savaş makineleri olarak yeniden örgütleyen” ve bütün olayların yeni bir devrimin gizilgücü olarak karar verilemez bir aradalığını olumlayan devrimci haline gelir (2006: 111).

Bir yandan Lampert’in akıl yürütmesinin iyi kaleme alınmış olduğuna ve yanlış olmadığına inanıyorken, diğer yandan ise, Lampert’in devrime yönelik bir siyaset felsefesine katkısının, tıpkı Deleuze ve Guattari’nin Anti-Oedipus‘unun olduğu gibi, fazlasıyla kullanışsız olduğuna inanıyorum. rastlantısallığa ve bir arada var olmaya dayanan bir evrensel tarihin Deleuze ve Guattari’nin felsefesinde bir yer edinebileceği ve ardışıklık sorunlarından bu yolla kaçınılabileceği bir yanıyla doğru iken, diğer yandan ise, devrimci bir-arada-var-olan gizilgücün karar verilemez olumlanması meselesi ise nihayetinde ikircikli kalmaya devam etmektedir. Ben bu noktada, Badiou’nun “Flux and the Party [Akış ve Parti]” makalesindeki Anti-Oedipus eleştirilerine katılıyorum (2004a). Siyasal durumun tarihsel gizilgücünü devrimci tarihsel olayların tesadüfi yeniden ortaya çıkışı yoluyla “olduğu şeyden başka bir şey haline getirmek” üzere basitçe değerlemek ya da olumlamak, özgürleştirici olabileceği kadar, geçmişteki daha şiddetli baskı biçimlerine dönüş ya da kapitalizm açısından yeni bir piyasa anlamına da gelebilir. Rastlantının evrensel tarihi, kesinlikle devrim olasılığını itiraf ediyor iken, bu olasılığın açıklığa kavuşmasına ya da fiili gelişimine doğrudan katkıda bulunmaz. 

Nihayet, bazı yerlerde Lampert’in Deleuze ve Guattari’nin tarih felsefesine dönük okuması, bizlere bu siyasal olayların rastlantısal bir arada var oluşuna dayanan bir devrim kuramı geliştirmeyi sürdürmeye yönelik bazı ipuçları da verir. “Bir tarihsel olay için,” diye vurgulamaktadır Lampert, “zamanın tikel bir uğrağında gerçekleştirilmek, hepsi de gerçek olan ve hepsi de hep birlikte somut biçimde biz çizelgeye oturan dört geçici ilişki türünün hepsinin aynı anda sergilenmesinden başka bir anlama gelmemektedir” (2006: 17).

kaynak: returning to revolution / çevirgen: kromozom #0

Gönder gitsin