nanikfesto #2: sapıtmayalım, sapalım!
Sapma, bir tür gelmekte-olan hayalet varoluşa yol açmasıyla mutlak varoluşumuzun temelidir. Sapma, karşılaşmayı mümkün kılan tek şeydir. Karşılaşma ise, kökenleriyle değil (hiçbir şey bir karşılaşmayı garanti edemez), etkileriyle rastlantısaldır. Sapanlar, tıpkı yağmur damlaları gibi, bir diğeriyle iç içe geçer; bir diğeriyle bağlantı kurar ve bir diğerine yağar; bir diğerine çarpar; bir diğeriyle karşılaşır, bir diğerinde birikir.
Yağmur yağıyor, o halde bırakalım bu nanikfesto da her şeyden önce alelade yağmur üzerine bir nanikfesto olsun…
Bu alelade yağmur, aslında, içe işleyen bir yağmur, birbirlerine paralel düşen Lucretius babbanın atomlarının yağmuru, Spinoza babbanın sonsuz niteliklerinin paralelliğinin yağmuru, bütün felsefe, evren, şu üç günlük dünya üzerindeki yaşamın tarihini açığa vuran yağmurdur. Alelade, harikulade yağmaktadır, hem rastlantısal hem rastlantısal olmayan biçimde. Yaşamın yağmuru, tarih-öncesinin “boşluğuna”, zaman ve mekânın başlangıcından önceye patır patır yağmaktadır.
Yağmur yağar ve hiçbir damla paralellik bozulana dek, bir “sonsuz küçük sapma” gerçekleşene kadar, açık bir nedeni olmaksızın, karşılaşmaya, birikmeye ve buna bağlı olarak dünyanın doğumuna neden olan, anlaşılamayan bir “sapma” geliverene dek birbirine değmez. Dünyayı ortaya çıkaran rastlantısal karşılaşma -bu bir araya gelmeye neden olan sapma- dünyanın yeni doğumunun bugün nasıl kök salacağını ya da herhangi bir yeni dönüşümün nasıl gerçekleşeceğini gösterir.
Yağmur damlaları düşer, yönlerini değiştirene, “sapana” kadar düşer; müdahale eden bir şeyler, rastlantısal bir şeyler paralelliği kırar; “son derece küçük bir sapma”, bir clinamen, çok zor fark edilebilecek denli küçük… Hal böyle olunca da, bu küçük sapma tarihin bütün seyrini değiştirir, zamanı ve mekânı yaratır çünkü neredeyse ihmal edilebilir bir biçimde, “sapma” “karşılaşma”ya sebep olur.
Çok laf yalansız olmaz, özet geçelim:
Sapma, bir tür gelmekte-olan hayalet varoluşa yol açmasıyla mutlak varoluşumuzun temelidir.
Sapma, karşılaşmayı mümkün kılan tek şeydir. Karşılaşma ise, kökenleriyle değil (hiçbir şey bir karşılaşmayı garanti edemez), etkileriyle rastlantısaldır.
Sapanlar, bir yakınlığı ve bütünleyiciliği olan unsurlardır; bir diğeriyle karşılaşan bu unsurlar, buza dönüşen su gibi, pelteleşen mayonez gibi, kaymak tutan süt gibi kök salarak çarpışmaya-kenetlenmeye hazır olduklarını ifade etmiş olurlar.
Sapanlar, tıpkı yağmur damlaları gibi, bir diğeriyle iç içe geçer; bir diğeriyle bağlantı kurar ve bir diğerine yağar; bir diğerine çarpar; bir diğeriyle karşılaşır, bir diğerinde birikir.
Sapma, her türden karşılaşma olasılığının gerçekliğiyle masaya oturup müzakere eder.
O halde yekten söylüyoruz: Hedef net talep tek: Sapıtmayalım, sapalım!