ciddimevzu

dijital ekososyalizm: büyük teknoloji şirketlerinin gücünü kırmak // michael kwet

büyük teknolojinin küresel eşitsizliğin kökleşmesindeki rolünü artık görmezden gelemeyiz. dijital kapitalizmin güçlerini azaltmak için ekososyalist bir dijital teknoloji anlaşmasına ihtiyaç var.

Sadece birkaç yıl içinde, Büyük Teknoloji şirketlerinin nasıl dizginleneceği meselesi ana akım bir mesele haline geldi ve siyasi yelpazede tartışılmaya başlandı. Ancak şimdiye kadar yapılan düzenleme önerileri, dijital gücün küresel eşitsizliği derinleştiren ve gezegeni çöküşe yaklaştıran kapitalist, emperyalist ve çevresel boyutlarını ele almakta büyük ölçüde başarısız oldu. Acilen ekososyalist bir dijital ekosistem inşa etmemiz gerekiyor, ancak bu neye benzeyecek ve oraya nasıl ulaşabiliriz?

Bu yazı, bizi 21. yüzyıl sosyalist ekonomisine geçirebilecek anti-emperyalizm, sınıfların ortadan kaldırılması, tazminatlar ve büyümeyi tersine çevirme ilkelerini merkeze alan dijital sosyalist bir gündemin – bir Dijital Teknoloji Anlaşması (DTD) – bazı temel unsurlarını vurgulamayı amaçlamaktadır. Dönüşüm önerilerinin yanı sıra ölçeklendirilebilecek mevcut modellerden de yararlanıyor ve bunları kapitalizme alternatifler için bastıran diğer hareketlerle, özellikle de büyümeyi tersine çevirme hareketiyle bütünleştirmeyi amaçlıyor. İhtiyaç duyulan dönüşümün ölçeği çok büyük, ancak sosyalist bir Dijital Teknoloji Anlaşması’nın ana hatlarını çizmeye yönelik bu girişimin, eşitlikçi bir dijital ekosistemin nasıl görüneceği ve oraya ulaşmak için atabileceğimiz adımlar konusunda daha fazla beyin fırtınası ve tartışmaya yol açmasını umuyoruz.

DİJİTAL KAPİTALİZM VE ANTİ-TRÖST SORUNLARI

Teknoloji sektörüne yönelik ilerici eleştiriler genellikle antitröst, insan hakları ve işçi refahını merkeze alan ana akım kapitalist çerçeveden çıkarılmaktadır. Küresel Kuzey’deki elit akademisyenler, gazeteciler, düşünce kuruluşları ve politika yapıcılar tarafından formüle edilen bu eleştiriler, kapitalizmin, Batı emperyalizminin ve ekonomik büyümenin devamını varsayan ABD-Avrupa merkezli reformist bir gündemi ilerletmektedir.

Antitröst reformizmi özellikle sorunludur çünkü dijital ekonominin sorununun dijital kapitalizmin kendisinden ziyade büyük şirketlerin büyüklüğü ve “haksız uygulamaları” olduğunu varsayar. Antitröst yasaları Amerika Birleşik Devletleri’nde 19. yüzyılın sonlarında rekabeti teşvik etmek ve tekellerin (o zamanlar “tröstler” olarak adlandırılıyordu) kötü niyetli uygulamalarını engellemek için oluşturuldu. Günümüz Büyük Teknoloji’sinin büyüklüğü ve gücü sayesinde bu yasalar yeniden gündeme geldi ve savunucuları büyük şirketlerin sadece tüketicileri, işçileri ve küçük işletmeleri baltalamakla kalmayıp demokrasinin temellerine bile meydan okuduğuna işaret ediyor.

Antitröst savunucuları, tekellerin ideal bir kapitalist sistemi bozduğunu ve herkesin rekabet edebilmesi için eşit bir oyun alanına ihtiyaç olduğunu savunuyor. Oysa rekabet, yalnızca rekabet edecek kaynaklara sahip olanlar için iyidir. Küresel nüfusun yarısından fazlası günde 7.40 dolardan daha az bir gelirle yaşamaktadır ve hiç kimse Batılı antitröst savunucuları tarafından öngörülen “rekabetçi pazarda” nasıl “rekabet edeceklerini” sormamaktadır. İnternetin büyük ölçüde sınır tanımayan doğası düşünüldüğünde bu durum düşük ve orta gelirli ülkeler için daha da ürkütücüdür.

Daha geniş bir düzeyde, ROAR‘da yayınlanan önceki bir makalede de savunduğum gibi, antitröst savunucuları küresel ekonominin dijitalleşmesiyle derinleşen küresel eşitsiz işbölümünü ve mal ve hizmet alışverişini görmezden geliyor. Google, Amazon, Meta, Apple, Microsoft, Netflix, Nvidia, Intel, AMD ve diğer birçok firma, dünya çapında kullanılan fikri mülkiyet ve hesaplama araçlarına sahip oldukları için bu kadar büyükler. Antitröst düşünürleri, özellikle de ABD’dekiler, Amerikan imparatorluğunu ve Küresel Güney’i sistematik olarak resimden silmektedirler.

Avrupa’daki antitröst girişimleri de daha iyi değil. Orada, Büyük Teknoloji’nin kötülükleri hakkında oflayıp puflayan politika yapıcılar sessizce kendi teknoloji devlerini inşa etmeye çalışıyorlar. Birleşik Krallık kendi trilyon dolarlık devini üretmeyi hedefliyor. Cumhurbaşkanı Emanuel Macron, Fransa’nın 2025 yılına kadar en az 25 “tek boynuzlu at” – değeri 1 milyar dolar veya daha fazla olan şirket – sahibi olması umuduyla teknoloji girişimlerine 5 milyar Avro pompalayacak. Almanya, küresel bir yapay zeka merkezi ve dijital sanayileşmede dünya lideri (yani pazar sömürgecisi) olmak için 3 milyar Avro harcıyor. Hollanda ise bir “tek boynuzlu at ülkesi” olmayı hedefliyor. Ve 2021’de, Avrupa Birliği’nin çok övülen rekabet komiseri Margrethe Vestager, Avrupa’nın kendi Avrupalı teknoloji devlerini kurması gerektiğini söyledi. AB’nin 2030 dijital hedeflerinin bir parçası olarak Vestager, AB’nin “bugün 122 olan Avrupalı tek boynuzlu at sayısını iki katına çıkarmayı” hedeflediğini söyledi.

Avrupalı politika yapıcılar, Büyük Teknoloji şirketlerine ilkesel olarak karşı çıkmak yerine, pastadan kendi paylarına düşeni büyütmek isteyen fırsatçılardır.

Aşamalı vergilendirme, kamu seçeneği olarak yeni teknolojinin geliştirilmesi ve işçi korumaları gibi önerilen diğer reformist kapitalist önlemler, temel nedenleri ve temel sorunları ele almakta hala başarısız. İlerici dijital kapitalizm neoliberalizmden daha iyidir. Ancak yönelim olarak milliyetçidir, dijital sömürgeciliği önleyemez ve özel mülkiyete, kâra, birikime ve büyümeye olan bağlılığını korur.

ÇEVRESEL ACİL DURUM VE TEKNOLOJİ

Dijital reformistler için diğer önemli kör noktalar ise iklim değişikliği ve ekolojik yıkım gibi dünya üzerindeki yaşamı tehdit eden ikiz krizlerdir.

Giderek artan sayıda kanıt, çevresel krizlerin, sadece enerji kullanımını ve bunun sonucunda karbon emisyonlarını arttırmakla kalmayıp aynı zamanda ekolojik sistemler üzerinde muazzam bir baskı yaratan büyümeye dayalı kapitalist bir çerçeve içinde düzeltilemeyeceğini göstermektedir.

UNEP, sıcaklık artışlarını 1,5 derecenin altında tutma hedefine ulaşmak için emisyonların 2020-2030 yılları arasında her yıl yüzde 7,6 oranında düşmesi gerektiğini tahmin etmektedir. Bilimsel değerlendirmeler, dünya çapında sürdürülebilir malzeme çıkarma sınırını yılda yaklaşık 50 milyar ton kaynak olarak tahmin ediyor, ancak şu anda, büyük ölçüde zengin ve Küresel Kuzey’e fayda sağlayan yılda 100 milyar ton çıkarıyoruz.

Büyümenin azaltılması yakın gelecekte hayata geçirilmelidir. İlericiler tarafından lanse edilen kapitalizme yönelik hafif reformlar yine de çevreyi tahrip edecektir. İhtiyatlılık ilkesini uygulayarak, kalıcı bir ekolojik felaket riskini göze alamayız. Teknoloji sektörü bu duruma seyirci kalmıyor, aksine artık bu eğilimlerin önde gelen itici güçlerinden biri.

Yakın tarihli bir rapora göre, 2019 yılında dijital teknolojiler – telekomünikasyon ağları, veri merkezleri, terminaller (kişisel cihazlar) ve IoT (nesnelerin interneti) sensörleri olarak tanımlanıyor – sera gazı emisyonlarının yüzde 4’üne katkıda bulundu ve enerji kullanımı yılda yüzde 9 arttı.

Bu oran her ne kadar yüksek görünse de, dijital sektörün enerji kullanımını olduğundan daha az gösteriyor olabilir. 2022 tarihli bir rapor, Büyük Teknoloji devlerinin değer zinciri emisyonlarının tamamını azaltma konusunda kararlı olmadıklarını ortaya koymuştur. Apple gibi şirketler 2030 yılına kadar “karbon-nötr” olacaklarını iddia ediyor, ancak bu “şu anda yalnızca karbon ayak izinin mikroskobik yüzde 1,5’ini oluşturan doğrudan operasyonları içeriyor.”

Gezegeni aşırı ısıtmanın yanı sıra, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Şili, Arjantin ve Çin gibi yerlerde elektronikte kullanılan kobalt, nikel ve lityum gibi minerallerin madenciliği genellikle ekolojik olarak yıkıcıdır.

Bir de dijital şirketlerin diğer sürdürülemez maden çıkarma biçimlerini desteklemedeki önemli rolü var. Teknoloji devleri, şirketlerin yeni fosil yakıt kaynaklarını keşfedip kullanmalarına ve endüstriyel tarımı dijitalleştirmelerine yardımcı oluyor. Dijital kapitalizmin iş modeli, çevresel krizin temel itici güçlerinden biri olan kitlesel tüketimi teşvik etmek için reklam yayınlama etrafında dönüyor. Bu arada milyarder yöneticilerinin çoğu, Küresel Kuzey’deki ortalama tüketicilerden binlerce kat daha fazla karbon ayak izine sahip.

Dijital reformcular Büyük Teknoloji’nin karbon emisyonları ve kaynak kullanımından ayrıştırılabileceğini varsaymakta ve sonuç olarak dikkatlerini her bir şirketin kendine özgü faaliyetlerine ve emisyonlarına odaklamaktadırlar. Ancak büyümenin maddi kaynak kullanımından “ayrıştırılması” fikrine, kaynak kullanımının tarih boyunca GSYH büyümesiyle sıkı bir ilişki içinde olduğunu kaydeden akademisyenler tarafından karşı çıkılmaktadır. Araştırmacılar yakın zamanda, ekonomik faaliyetlerin bilgi yoğun endüstriler de dahil olmak üzere hizmetlere kaydırılmasının, hizmet çalışanlarının hane halkı tüketim seviyelerindeki artış nedeniyle küresel çevresel etkileri azaltma potansiyelinin sınırlı olduğunu bulmuşlardır.

Özetle, büyümenin sınırları her şeyi değiştiriyor. Eğer kapitalizm ekolojik olarak sürdürülemez ise, dijital politikalar bu keskin ve zorlu gerçekliğe uyum sağlamalıdır.

DİJİTAL SOSYALİZM VE YAPI TAŞLARI

Sosyalist bir sistemde mülkiyet ortaktır. Üretim araçları işçi kooperatifleri aracılığıyla doğrudan işçilerin kendileri tarafından kontrol edilir ve üretim mübadele, kar ve birikimden ziyade kullanım ve ihtiyaç içindir. Devletin rolü sosyalistler arasında tartışmalıdır; bazıları yönetimin ve ekonomik üretimin mümkün olduğunca ademi merkeziyetçi olması gerektiğini savunurken, diğerleri daha büyük ölçüde devlet planlamasını savunur.

Aynı ilkeler, stratejiler ve taktikler dijital ekonomi için de geçerlidir. Bir dijital sosyalizm sistemi fikri mülkiyeti aşamalı olarak ortadan kaldıracak, hesaplama araçlarını toplumsallaştıracak, verileri ve dijital zekayı demokratikleştirecek ve dijital ekosistemin geliştirilmesi ve sürdürülmesini kamusal alandaki toplulukların eline bırakacaktır.

Sosyalist bir dijital ekonomi için gerekli yapı taşlarının çoğu halihazırda mevcuttur. Örneğin Özgür ve Açık Kaynak Kodlu Yazılım (FOSS) ve Creative Commons lisansları sosyalist bir üretim tarzı için gerekli yazılım ve lisanslamayı sağlamaktadır. James Muldoon’un Platform Sosyalizmi’nde belirttiği gibi, DECODE (DEcentralised Citizen-owned Data Ecosystems) gibi şehir projeleri, vatandaşların hava kirliliği seviyelerinden çevrimiçi dilekçelere ve mahalle sosyal ağlarına kadar verilere erişip katkıda bulunabilecekleri ve paylaşılan veriler üzerinde kontrolü ellerinde tutabilecekleri topluluk faaliyetleri için açık kaynaklı kamu yararı araçları sağlamaktadır. Londra’daki Wings yemek dağıtım platformu gibi platform kooperatifleri, işçilerin emeklerini kolektif olarak sahip oldukları ve kendileri tarafından kontrol edilen açık kaynaklı platformlar aracılığıyla örgütledikleri önemli bir işyeri modeli sunmaktadır. Ayrıca, çevrimiçi sosyal iletişimin merkezsizleştirilmesini kolaylaştıran, ortak protokoller kullanarak birlikte çalışan bir dizi sosyal ağ olan Fediverse’de de sosyalist bir sosyal medya alternatifi bulunmaktadır.

Ancak bu yapı taşlarının gelişmesi için politika değişikliğine ihtiyaç olacaktır. Örneğin Fediverse gibi projeler kapalı sistemlerle entegre olamaz ya da Facebook gibi devasa konsantre kaynaklarla rekabet edemez. Bu nedenle, büyük sosyal medya ağlarını birlikte çalışmaya, kendi içlerinde merkezsizleşmeye, fikri mülkiyetlerini (örneğin tescilli yazılımlar) açmaya, zorunlu reklamcılığa (insanların “ücretsiz” hizmetler karşılığında maruz kaldıkları reklamlar) son vermeye, veri barındırmayı sübvanse etmeye zorlamak için bir dizi radikal politika değişikliğine ihtiyaç duyulacaktır, böylece bireyler ve topluluklar – devlet veya özel şirketler değil – ağlara sahip olabilir ve bunları kontrol edebilir ve içerik denetimi yapabilir. Bu, teknoloji devlerini etkin bir şekilde yok edecektir.

Altyapının toplumsallaştırılması aynı zamanda sağlam mahremiyet kontrolleri, devlet gözetimi üzerindeki kısıtlamalar ve insanları cezaevlerine tıkmaya dayanan güvenlik devletinin geri çekilmesi ile dengelenmelidir. Halihazırda devlet, genellikle özel sektörle ortaklaşa olarak, dijital teknolojiyi baskı aracı olarak kullanmaktadır. Göçmen nüfuslar ve hareket halindeki insanlar kameralar, uçaklar, hareket sensörleri, dronlar, video gözetimi ve biyometriklerin bir karışımı tarafından yoğun bir şekilde hedef alınmaktadır. Kayıtlar ve sensör verileri, toplulukları gözetlemek, tahmin etmek ve kontrol etmek için devlet tarafından füzyon merkezlerinde ve gerçek zamanlı suç merkezlerinde giderek daha fazla merkezileştirilmektedir. Marjinalleştirilmiş ve ırksallaştırılmış topluluklar ve aktivistler, yüksek teknolojili gözetim devleti tarafından orantısız bir şekilde hedef alınmaktadır. Aktivistler bu organize şiddet kurumlarını yıkmak ve ortadan kaldırmak için çalışırken bu uygulamalar yasaklanmalıdır.

DİJİTAL TEKNOLOJİ ANLAŞMASI

Büyük teknoloji şirketleri, fikri mülkiyet ve hesaplama araçlarının özel mülkiyeti dijital topluma derinlemesine gömülüdür ve bir gecede kapatılamaz. Dolayısıyla dijital kapitalizmi sosyalist bir modelle değiştirmek için dijital sosyalizme planlı bir geçişe ihtiyacımız var.

Çevreciler yeşil ekonomiye geçişin ana hatlarını belirleyen yeni “anlaşmalar” önerdiler. ABD’nin Yeşil Yeni Anlaşması ve Avrupa’nın Yeşil Anlaşması gibi reformist öneriler, kapitalizmin terminal büyüme, emperyalizm ve yapısal eşitsizlik gibi zararlarını muhafaza eden kapitalist bir çerçeve içinde işlemektedir. Buna karşılık Kızıl Ulus’un Kızıl Anlaşması, Cochabamaba Anlaşması ve Güney Afrika’nın İklim Adaleti Şartı gibi ekososyalist modeller daha iyi alternatifler sunmaktadır. Bu öneriler büyümenin sınırlarını kabul etmekte ve gerçekten sürdürülebilir bir ekonomiye adil bir geçiş için ihtiyaç duyulan eşitlikçi ilkeleri içermektedir.

Ancak ne bu kırmızı ne de yeşil anlaşmalar, modern ekonomi ve çevresel sürdürülebilirlikle merkezi bir ilgisi olmasına rağmen dijital ekosisteme yönelik planlar içermemektedir. Buna karşılık, dijital adalet hareketi de büyümeyi tersine çevirme önerilerini ve dijital ekonomiye ilişkin değerlendirmelerini ekososyalist bir çerçeveye entegre etme ihtiyacını neredeyse tamamen göz ardı etmiştir. Çevresel adalet ve dijital adalet el ele gitmektedir ve bu iki hareket hedeflerine ulaşmak için birbirleriyle bağlantı kurmalıdır.

Bu amaçla, anti-emperyalizm, çevresel sürdürülebilirlik, ötekileştirilmiş topluluklar için sosyal adalet, işçilerin güçlendirilmesi, demokratik kontrol ve sınıfların ortadan kaldırılması gibi kesişen değerleri bünyesinde barındıran ekososyalist bir Dijital Teknoloji Anlaşması öneriyorum. İşte böyle bir programa rehberlik edecek on ilke:

1. Dijital ekonominin toplumsal ve gezegensel sınırlar içinde kalmasını sağlayın

Kuzey’deki en zengin ülkelerin karbon bütçesinden kendilerine düşen payın çok daha fazlasını saldıkları gerçeğiyle karşı karşıyayız ve bu durum, en zengin ülkelere orantısız bir şekilde kazanç sağlayan Büyük Teknoloji öncülüğündeki dijital ekonomi için de geçerlidir. Bu nedenle dijital ekonominin sosyal ve gezegensel sınırlar içinde kalmasını sağlamak zorunludur. Kullanılabilecek malzemelerin miktarı ve türleri konusunda bilimsel olarak bilgilendirilmiş bir sınır belirlememiz gerekecek ve hangi maddi kaynakların (örneğin biyokütle, mineraller, fosil enerji taşıyıcıları, metal cevherleri) hangi insanlar için hangi miktarlarda hangi kullanıma (örneğin yeni binalar, yollar, elektronikler, vb.) tahsis edilmesi gerektiği konusunda kararlar alınabilecektir. Kuzey’den Güney’e, zenginden fakire yeniden dağıtım politikalarını zorunlu kılan ekolojik borçlar oluşturulabilir.

2. Fikri mülkiyeti aşamalı olarak kaldırın

Özellikle telif hakları ve patentler şeklindeki fikri mülkiyet, şirketlere bilgi, kültür ve uygulama ve hizmetlerin nasıl çalıştığını belirleyen kod üzerinde kontrol sağlayarak kullanıcı katılımını en üst düzeye çıkarmalarına, inovasyonu özelleştirmelerine ve veri ve rant elde etmelerine olanak tanır. Ekonomist Dean Baker, fikri mülkiyet rantlarının, patentlerin veya telif hakkı tekellerinin olmadığı bir “serbest piyasada” elde edilebileceklere kıyasla tüketicilere yılda 1 trilyon dolara mal olduğunu tahmin etmektedir. Fikri mülkiyetin bilgi paylaşımına dayalı müşterek bir model lehine aşamalı olarak kaldırılması fiyatları düşürecek, herkes için eğitime erişimi genişletecek ve geliştirecek ve Küresel Güney için bir tür servetin yeniden dağıtımı ve tazminat işlevi görecektir.

3. Fiziksel altyapıyı toplumsallaştırın

Bulut sunucu çiftlikleri, kablosuz baz istasyonları, fiber optik ağlar ve okyanus ötesi denizaltı kabloları gibi fiziksel altyapılar, bunlara sahip olanlara fayda sağlamaktadır. Toplum tarafından işletilen internet hizmet sağlayıcıları ve kablosuz ağlar için bu hizmetlerin toplumların eline geçmesine yardımcı olabilecek girişimler bulunmaktadır. Denizaltı kabloları gibi bazı altyapılar, kar yerine kamu yararı için maliyetine inşa eden ve bakımını yapan uluslararası bir konsorsiyum tarafından korunabilir.

4. Özel üretim yatırımlarının yerine kamu sübvansiyonları ve üretimini hayata geçirin

Dan Hind’in İngiliz Dijital Kooperatifi, sosyalist bir üretim modelinin mevcut bağlamda nasıl işleyebileceğine dair belki de en ayrıntılı öneridir. Plana göre, “yerel, bölgesel ve ulusal hükümet dahil olmak üzere kamu sektörü kurumları, vatandaşların ve az ya da çok uyumlu grupların bir araya gelerek siyasi olan üzerinde hak iddia edebilecekleri mekanlar sağlayacaktır.” Açık veri, şeffaf algoritmalar, açık kaynaklı yazılım ve platformlarla güçlendirilen ve demokratik katılımcı planlama yoluyla hayata geçirilen böyle bir dönüşüm, dijital ekosistemin ve daha geniş ekonominin yatırımını, geliştirilmesini ve sürdürülmesini kolaylaştıracaktır.

Hind bunu tek bir ülkede özel sektörle rekabet eden bir kamu seçeneği olarak sunmayı öngörse de, bunun yerine teknolojinin tamamen sosyalleştirilmesi için bir ön temel sağlayabilir. Buna ek olarak, iklim adaleti girişimlerinin zengin ülkelere Küresel Güney’in fosil yakıtları yeşil enerjiyle değiştirmesine yardımcı olmaları için baskı yapmasına benzer şekilde, Küresel Güney’e tazminat olarak altyapı sağlayan küresel bir adalet çerçevesini içerecek şekilde genişletilebilir.

5. İnterneti merkezsizleştirin

Sosyalistler uzun zamandır servetin, gücün ve yönetimin çalışanların ve toplulukların elinde merkezsizleştirilmesi için baskı yapıyor. FreedomBox gibi projeler, e-posta, takvim, sohbet uygulamaları, sosyal ağ ve daha fazlası gibi hizmetler için verileri toplu olarak barındırabilen ve yönlendirebilen ucuz kişisel sunuculara güç sağlamak için ücretsiz ve açık kaynaklı yazılımlar sunuyor. Solid gibi diğer projeler, insanların verilerini kontrol ettikleri “kapsüllerde” barındırmalarına olanak tanıyor. Uygulama sağlayıcıları, sosyal medya ağları ve diğer hizmetler daha sonra verilerinin kontrolünü elinde tutan kullanıcılar için kabul edilebilir koşullarda verilere erişebilir. Bu modeller, internetin sosyalist bir temelde merkezsizleştirilmesine yardımcı olmak için ölçeklendirilebilir.

6. Platformları toplumsallaştırın

Uber, Amazon ve Facebook gibi internet platformları, platformlarının kullanıcıları arasında duran özel aracılar olarak mülkiyeti ve kontrolü merkezileştirmektedir. Fediverse ve LibreSocial gibi projeler birlikte çalışabilirlik için potansiyel olarak sosyal ağların ötesine geçebilecek bir plan sunmaktadır. Basitçe birlikte çalışamayan hizmetler toplumsallaştırılabilir ve kar ve büyüme yerine kamu yararı için maliyetine işletilebilir.

7. Dijital istihbarat ve verileri toplumsallaştırın

Veri ve ondan elde edilen dijital zeka, önemli bir ekonomik zenginlik ve güç kaynağıdır. Verinin toplumsallaştırılması bunun yerine mahremiyet, güvenlik, şeffaflık ve demokratik karar alma değer ve uygulamalarını verinin toplanması, saklanması ve kullanılmasına dahil edecektir. Barselona ve Amsterdam’daki DECODE Projesi gibi modeller üzerine inşa edilebilir.

8. Zorunlu reklam ve platform tüketiciliğini yasaklayın

Dijital reklamcılık, halkı manipüle etmek ve tüketimi teşvik etmek için tasarlanmış sürekli bir şirket propagandası akışı sağlıyor. Pek çok “ücretsiz” hizmet reklamlarla desteklenmekte ve tam da gezegeni tehlikeye attığı sırada tüketimciliği daha da teşvik etmektedir. Google Arama ve Amazon gibi platformlar, ekolojik sınırları göz ardı ederek tüketimi en üst düzeye çıkarmak için inşa edilmiştir. Zorunlu reklam yerine, ürün ve hizmetler hakkındaki bilgiler dizinlerde barındırılabilir ve bunlara gönüllülük esasına göre erişilebilir.

9. Ordu, polis, hapishaneler ve ulusal güvenlik aygıtlarının yerine toplum güdümlü güvenlik ve emniyet hizmetlerini hayata geçirin

Dijital teknoloji polisin, ordunun, hapishanelerin ve istihbarat teşkilatlarının gücünü artırmıştır. Otonom silahlar gibi bazı teknolojiler, şiddetin ötesinde pratik bir kullanıma sahip olmadıkları için yasaklanmalıdır. Toplumsal açıdan faydalı uygulamaları olduğu tartışmasız olan diğer yapay zeka güdümlü teknolojilerin, toplumdaki varlıklarını sınırlandırmak için muhafazakar bir yaklaşım benimsenerek sıkı bir şekilde düzenlenmesi gerekecektir. Kitlesel devlet gözetimini azaltmaya çalışan aktivistler, polis, hapishane, ulusal güvenlik ve militarizmin yanı sıra bu kurumlar tarafından hedef alınan kişilerin de ortadan kaldırılmasını isteyenlerle el ele vermelidir.

10. Dijital uçuruma son verin

Dijital uçurum tipik olarak bilgisayar cihazları ve veriler gibi dijital kaynaklara eşit olmayan bireysel erişimi ifade eder, ancak aynı zamanda bulut sunucu çiftlikleri ve yüksek teknoloji araştırma tesisleri gibi dijital altyapının zengin ülkeler ve şirketleri tarafından sahiplenilme ve domine edilme şeklini de kapsamalıdır. Servetin yeniden dağıtımının bir biçimi olarak sermaye, küresel yoksullara kişisel cihazlar ve internet bağlantısını sübvanse etmek ve bunları karşılayamayan nüfuslara bulut altyapısı ve yüksek teknolojili araştırma tesisleri gibi altyapılar sağlamak için vergilendirme ve tazminat süreci yoluyla yeniden dağıtılabilir.

DİJİTAL SOSYALİZM NASIL HAYATA GEÇİRİLİR

Köklü değişikliklere ihtiyaç var, ancak yapılması gerekenler ile bugün bulunduğumuz nokta arasında büyük bir uçurum var. Yine de atabileceğimiz ve atmamız gereken bazı kritik adımlar var.

İlk olarak, dijital ekonomi için yeni bir çerçeveyi birlikte yaratabilmemiz için farkındalığı artırmak, eğitimi teşvik etmek ve topluluklar içinde ve arasında fikir alışverişinde bulunmak çok önemlidir. Bunu yapabilmek için dijital kapitalizm ve sömürgeciliğin açık bir eleştirisine ihtiyaç vardır.

Yoğunlaşmış bilgi üretimi olduğu gibi bırakılırsa böyle bir değişimin gerçekleşmesi zor olacaktır. Küresel Kuzey’deki seçkin üniversiteler, medya şirketleri, düşünce kuruluşları, STK’lar ve Büyük Teknoloji araştırmacıları konuşmaya hakimdir ve kapitalizmi düzeltme konusundaki gündemi belirler, bu konuşmanın parametrelerini sınırlar ve kısıtlar. Üniversite sıralama sisteminin kaldırılması, sınıfların demokratikleştirilmesi ve şirketler, hayırseverler ve Büyük Vakıflardan gelen fonların sonlandırılması gibi bu güçleri ortadan kaldıracak adımlara ihtiyacımız var. Güney Afrika’daki #FeesMustFall öğrenci protesto hareketi ve Yale Üniversitesi’ndeki Endowment Justice Coalition gibi eğitimi sömürgesizleştirmeye yönelik girişimler, ihtiyaç duyulacak hareketlere örnek teşkil ediyor.

İkinci olarak, dijital adalet hareketlerini diğer sosyal, ırksal ve çevresel adalet hareketleriyle birleştirmemiz gerekiyor. Dijital haklar aktivistleri çevreciler, kölelik karşıtları, gıda adaleti savunucuları, feministler ve diğerleriyle birlikte çalışmalıdır. Bu çalışmaların bir kısmı halihazırda yapılıyor – örneğin, göçmenlerin öncülük ettiği bir taban ağı olan Mijente’nin öncülük ettiği #NoTechForIce kampanyası, Amerika Birleşik Devletleri’nde göçü denetlemek için teknoloji arzına meydan okuyor – ancak özellikle çevre ile ilgili olarak daha fazla çalışma yapılması gerekiyor.

Üçüncü olarak, Büyük Teknoloji ve ABD imparatorluğuna karşı doğrudan eylem ve ajitasyonu artırmamız gerekiyor. Bazen Küresel Güney’de bir bulut merkezi açılması (örneğin Malezya’da) ya da Büyük Teknoloji yazılımlarının okullara dayatılması (örneğin Güney Afrika’da) gibi görünüşte ezoterik konuların arkasında destek toplamak zordur. Bu durum, insanların gıda, su, barınak, elektrik, sağlık hizmetleri ve işe erişim konularına öncelik vermek zorunda olduğu Güney’de özellikle zordur. Bununla birlikte, Facebook’un Hindistan’daki Free Basics’i ve Amazon’un merkezinin Güney Afrika’nın Cape Town kentindeki kutsal yerli topraklarında inşa edilmesi gibi gelişmelere karşı gösterilen başarılı direniş, sivil muhalefetin olasılığını ve potansiyelini göstermektedir.

Bu aktivist enerjiler daha da ileri gidebilir ve apartheid karşıtı aktivistlerin Güney Afrika’daki apartheid hükümetine ekipman satan bilgisayar şirketlerini hedef almak için kullandıkları boykot, elinden alma ve yaptırım (BDS) taktiklerini benimseyebilir. Aktivistler bu kez dev teknoloji şirketlerinin varlığını hedef alan bir #BigTechBDS hareketi inşa edebilirler. Boykotlar, teknoloji devleriyle yapılan kamu sektörü sözleşmelerini iptal edebilir ve bunların yerine sosyalist Halkın Teknolojisi çözümlerini getirebilir. Elden çıkarma kampanyaları üniversiteler gibi kurumları en kötü teknoloji şirketlerinden elden çıkarmaya zorlayabilir. Ve aktivistler devletlere ABD, Çin ve diğer ülkelerin teknoloji şirketlerine hedefli yaptırımlar uygulamaları için baskı yapabilir.

Dördüncü olarak, yeni bir dijital sosyalist ekonominin yapı taşları olabilecek teknoloji işçileri kooperatifleri inşa etmek için çalışmalıyız. Büyük Teknoloji şirketlerini sendikalaştırmak için bir hareket var, bu da yol boyunca teknoloji işçilerini korumaya yardımcı olabilir. Ancak Büyük Teknoloji’yi sendikalaştırmak Doğu Hindistan şirketlerini, silah üreticisi Raytheon’u, Goldman Sachs’ı ya da Shell’i sendikalaştırmak gibidir – sosyal adalet değildir ve muhtemelen sadece hafif reformlar sağlayacaktır. Tıpkı Güney Afrikalı apartheid karşıtı aktivistlerin Sullivan İlkelerini – Amerikan şirketlerinin apartheid Güney Afrika’sındaki işlerinden kar elde etmeye devam etmelerini sağlayan kurumsal sosyal sorumluluk kuralları ve reformları – ve diğer hafif reformları apartheid sistemini boğmak adına reddetmeleri gibi, Büyük Teknoloji şirketlerini ve dijital kapitalizm sistemini tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemeliyiz. Bu da alternatifler inşa etmeyi, teknoloji işçileriyle birlikte çalışmayı, reforme edilemez olanı reforme etmeyi değil, sektör için adil bir geçiş süreci yaratmaya yardımcı olmayı gerektirecektir.

Son olarak, toplumun her kesiminden insanlar, Dijital Teknoloji Anlaşmasını oluşturacak somut planı geliştirmek için teknoloji profesyonelleriyle işbirliği içinde çalışmalıdır. Bu, çevre için yapılan mevcut yeşil “anlaşmalar” kadar ciddiye alınmalıdır. Dijital Teknoloji Anlaşması ile reklam sektöründe çalışanlar gibi bazı işçiler işlerini kaybedecektir, dolayısıyla bu sektörlerde çalışanlar için adil bir geçiş süreci olmalıdır. İşçiler, bilim insanları, mühendisler, sosyologlar, avukatlar, eğitimciler, aktivistler ve halk, böyle bir geçişin nasıl uygulanabilir hale getirilebileceği konusunda birlikte beyin fırtınası yapabilir.

Bugün ilerici kapitalizm, Büyük Teknoloji şirketlerinin yükselişine karşı en pratik çözüm olarak görülüyor. Ancak aynı ilericiler kapitalizmin yapısal zararlarını, ABD öncülüğündeki teknoloji sömürgeciliğini ve degrowth zorunluluğunu kabul etmekte başarısız oldular. Kendimizi sıcak tutmak için evimizin duvarlarını yakamayız. Tek pratik çözüm, tek ve biricik evimizi yok etmemizi engellemek için ne gerekiyorsa yapmaktır – ve bu da dijital ekonomiyi entegre etmekten geçer. Dijital Teknoloji Anlaşması ile gerçeğe dönüştürülen dijital sosyalizm, köklü bir değişim için sahip olduğumuz kısa zaman dilimi içinde en iyi umudu sunuyor, ancak tartışılması, müzakere edilmesi ve inşa edilmesi gerekecek. Bu makalenin okuyucuları ve diğerlerini bu yönde işbirliği yapmaya davet etmesini umuyorum.

kaynak: roarmag.org / çevirgen: soner torlak

Gönder gitsin