ciddimevzu

portekiz’in salazar’ı: bir tosun paşa hikayesi // soner torlak

tam adı antónio de oliveira salazar. milliyetçi, aşırı muhafazakar, sömürgeci, halk düşmanı ve faşist. siyasete genç yaşında atıldı; devlet erkanı tarafından ekonomi alanında bir altın çocuk olarak görülüyordu. 1932’de portekiz’in 100. başbakanı olarak atandı. salazar’ın hikayesi aslında tam bir tosun paşa hikayesi…

3F: Fado, Futbol ve Fatima… Bugün yer yer İspanya diktatörü Franco’ya atfedilse de ve son F’nin zaman zaman “Fiesta” olduğu zannedilse de, aslında, Portekiz’i 1932’den 1968’e kadar demir yumruğuyla yönetmiş olan Salazar’ın bir söyleşide dile getirdiği ileri sürülen meşhur formülüdür. İddia odur ki Salazar’a “Portekiz’i nasıl yönetiyorsunuz?” diye sorulmuş, Salazar da kısaca “3F” yanıtı vermiştir.

Tam adı António de Oliveira Salazar. Milliyetçi, aşırı muhafazakar, sömürgeci, halk düşmanı ve faşist. Siyasete genç yaşında atıldı; devlet erkanı tarafından ekonomi alanında bir altın çocuk olarak görülüyordu. 1926 askeri darbesinin hemen ardından José Mendes Cabeçadas hükümetinin Maliye Bakanı oldu. Koyu Katolikti fakat monarşinin miadını doldurduğunu kavrayacak kadar da çağının adamıydı. Gerçek bir demokrattı; demokrasinin işçi sınıfına hem havuç hem sopa vermek ve devrimcileri işkence tezgahlarından geçirmek olduğunu biliyordu! Hakiki bir sömürgeciydi; Portekiz’i sömürgeleriyle tek ve bölünmez bir ülke olarak görüyordu. 1930 yılında çıkaracağı Sömürge Yasası ile Afrika kıyılarındaki sömürgelerini haklar konusunda monarşi döneminden de geriye götürecekti.

Salazar askeri darbe hükümetinde katılır katılmaz, aşırı borç yükü altındaki Portekiz’i “kurtaracak” bir dizi öneri sundu: Kamu harcamalarının keskin biçimde kısılmasını istiyordu. Söylemeye bile gerek yok ki hedefi halka dönük kamusal ödeneklerin kaldırılması ve işçi ücretlerinin yarıya düşürülmesiydi. Hükümet bunu göze alamadı ve önerilerini reddetti; Salazar pılını pırtını toplayıp evine dönüyordu. 1928’e gelindiğinde Portekiz mali açıdan yönetilemez durumdaydı; nihayet Salazar çağrıldı ve tam yetkiyle donatılarak Maliye Bakanı yapıldı. Öylesine geniş yetkilere ve dokunulmazlığa sahip olmuştu ki ona “Maliye Çarı” deniyordu.

1932’ye gelindiğinde askeri faşist bir rejim altında ekonomik mucize yaratan Salazar, hükümetteki anlaşmazlıklara pek karışmıyordu. Salazar’ın başbakanlığa atanması ise şöyle oldu: Portekiz’de hükümet içindeki Seferoğulları ile Tellioğulları Yeşil Vadi’yi paylaşamıyorlardı; bu işi ancak bir Tosun Paşa çözebilirdi. Salazar iki tarafın da üzerinde uzlaştığı Tosun Paşa olacaktı. Tabii adetten olduğu üzere hikayenin sonunda Hakiki Tosun Paşa gelecekti, fakat buna daha zaman vardı. Nihayet Salazar, 5 Temmuz 1932’de Portekiz’in 100. başbakanı olarak atandı.

1933’te “Yeni Devlet”i ilan etti: Salazar, korporatist, Katolik, sömürgeci ve anti-komünist doktrinini nihayet kurumsallaştırmıştı. Korporatistti; devletin tekelinde bir ekonomik kalkınma modeli tarif etti ve toplumsal sınıfların radikalleşmesini –illa ki kan akıtarak– engelliyordu. Katolik’ti; Portekiz’in bir Katolik krallığı olduğunu düşünüyor, Katolik değerlerin üstünlüğünü savunuyordu. Sömürgeciydi; Portekiz’i bir “çok-kıtalı ülke” olarak tarif ediyor, Angola, Mozambik ve diğer sömürge topraklarına “uygarlık ve istikrar” götürdüğünü ilan ediyordu. Nihayet anti-komünistti; her faşist gibi…

Salazar göreve gelir gelmez ilk olarak “askeri vesayet”i tasfiye etmeye soyundu: Askerlerin işi devlet işlerine karışmak değildi; onların işi sömürgeleri boyunduruk altında tutmak ve komünistleri, anarşistleri ve her türden muhalefeti öldürmekti. Ekonomi ve ülke idaresi ise Salazar’ın işiydi. Dünyanın savaşa tutuştuğu 1940’a gelindiğinde uluslararası burjuva yayınlar Salazar’ın Portekiz’inin “istikrar”ını övmekten bitap düşüyorlardı. “Hasta adam” Portekiz Salazar’ın kemoterapisinin ardından “ayağa kalkmıştı”; bir “Portekiz mucizesi” yaşanıyordu.

Salazar’ın Avrupa kıtasındaki bütün faşistlerle muhabbeti gayet iyiydi. Bununla birlikte savaşa girmedi; muhaliflerin düzenli biçimde katledildiği ya da Afrika sömürgelerindeki toplama kamplarına gönderildiği, korporatist ve anti-komünist bir cennet yaratmıştı. Nazizm’i “aşırı” buluyordu; komünizmi, monarşi yanlılığını da öyle. Salazar’ın 3F’si ise bütün diktatörlüklerin karakteristik üçlüsüydü aslında: Fado, kaderine razılık ve tevekkülü; Futbol, kitlelerin siyaset dışında kalması için yaratılan sanal cümbüşü ve Fatima da “göklerden gelen bir emir vardır”ı temsil ediyordu ona göre.

Salazar giderek, her mutlak iktidar sahibi gibi, gerçeklikten giderek kopuyordu. Sömürge dünyası ayağa kalkmış; sosyalizm Latin Amerika’da, Uzak Asya’da bütün rejimleri sarsıyor ve Avrupa kıtasının içlerine kadar sokuluyordu; faşizm bütün Avrupa’da toprağa gömülmüştü, İspanya’da Franco ve Portekiz’de Salazar rejimleri dünyadan esen rüzgarlarla sallanıyordu. 1968 yılında Salazar beyin kanaması geçirdi; Tosun Paşa çok hastaydı. Yerine alelacele birileri bulundu. Salazar hastalığı atlatacaktı ama bir sorun vardı: Kendisini hâlâ başbakan sanıyordu. Ona başbakanlık sarayında bir oda tahsis ettiler; ona artık iktidarda olmadığını söyleyemediler; onun için özel günlük gazeteler hazırlanıyordu; 1974’te öldüğünde kendisini halen Tosun Paşa zannediyordu.

Sonra ne mi oldu? Hakiki Tosun Paşa geldi…

Gönder gitsin