rasta ve direniş // jeffrey d. howison
rasta, tarihsel ve politik boşluk içinde aniden ortaya çıkmamıştır. atlantik ötesi dünyada, siyahların günlük hayatının parçası haline gelen yüzyıllık direniş tarihinin bir ürünüdür. bu yolculukta karşımıza politik isyanlar, açık denizlerde ayaklanmalar, devrimci bireyler ve fikirler ve tabii ki siyah dünyasının politik mücadele ve kültürel ifadelerine tarihsel devamlılık kazandıran müzik çıkıyor.
Türkiye’de Rasta kelimesiyle ilgili yaygın bir yanlış anlama söz konusu. Gençlik kültüründe, Rasta kelimesi, karmaşık lülelerden oluşan saç stilini ifade etmek için kullanılıyor. Uluslararası camiada dreadlock (ya da basitçe dreads) olarak bilinen bu saç stili Rasta hareketiyle bağlantılı olduğu için bu yanlış anlama aslında oldukça makul. Fakat Rasta, bir saç stilinden çok daha öte bir hareket. Rasta, Rastafari kelimesinin kısaltması. “Ras,” Etiyopya tarihine ait bir asalet ünvanı, “Tafari” ise Halie Selassie I olarak tanınan, 1930’dan 1974’e kadar Etiyopya’yı yöneten imparator Tafari Makonnen’in adından geliyor. Antik Yahudi mitolojisindeki Samson figürüne dayanan saç uzatma biçiminin yanı sıra, Rasta’ya inananlar Selassie’yi ilahi bir figür, Tanrı’nın yeryüzündeki cisimleşmiş hali (ya da Jah) olarak görüyor; alkol kullanmıyor ya da et yemiyor. Kutsal ayinlerde içilen marihuananın (yani ganja’nın) ise meditasyon hali yarattığına inanılıyor. Günümüzde Rasta sadece Yahudi-Hristiyan dini geleneğinin bir ifadesi değil. Aynı zamanda ırksal eşitliğe, her tür politik ve ekonomik baskıya olan karşıtlığa ve 1970’lerde Robert Nesta “Bob” Marley (1945-1981) tarafından popülerleştirilen ve gönüllere taht kuran reggae müziğine yaptığı vurgu ile –hepsi körü körüne inanmasa da– milyonlarca taraftarı olan bir uluslararası sosyal hareket. İlk olarak 1987’de basılan bu kitap ise Rasta hareketinin tarihine ve önemine dair yapılmış en önemli incelemelerden biri. Yazarı Dr. Horace Campbell dünyada Pan-Afrikanizm düşüncesinin önde gelen araştırmacılarından.
Rastafari hareketine özgü bir tarihi anlatan Campbell, hareketin 1930’larda hâlâ İngiltere’nin bir sömürgesi olan ve henüz ulus devlet olarak bağımsızlığını kazanmamış Jamaika’da nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. Ras Tafari modern Etiyopya’nın selefi olan Habeşistan’ın İmparatoru olarak taç giydiğinde, siyahların küresel olarak yaşadığı baskılara karşı onun krallığının ırksal açıdan önemi vurgulanır. Özellikle siyah Hristiyan dünyasındaki Etiyopya sembolünün tarihsel önemi, Ras Tafari’yi siyahların gözünde özel bir yere koyar.
Avrupa imparatorluklarının tarihi Afrika kıyılarında çok daha eskiye dayansa da 1884-1885 arası gerçekleştirilen Berlin Konferansı “Afrika’nın kapışılması”nı başlatarak, Afrika’nın Avrupa’ya politik ve ekonomik açıdan tabi kılınmasında yepyeni bir dönem başlatır. Afrika kıtasının iç kısımları, çeşitli emperyal güçler tarafından resmen paylaşılır. İtalyan ordusu, 1896’da Adwa Savaşı’nda yenildiğinde, Etiyopya ayakta kalan tek bağımsız Afrika devletidir (buna bir istisna, sözde bağımsız ama aslında Amerika’nın fiili bir sömürgesi olan, 1820’de Amerika Sömürge Cemiyeti tarafından Amerikalı siyahları Afrika’ya geri yollamak için kurulan Liberya’dır).
Bu aslında inanılmaz bir tesadüftür de çünkü İncil’in ilk çevirilerinde, Etiyopya kelimesi hem Mısır’ın güneyinde kalan tüm Afrika’yı hem de tüm siyah ırkı ifade etmek için kullanılır. “Mısır’dan prensler çıkar, Etiyopya ellerini Tanrı’ya uzatır.” (İlahi 68, 31. Kıta). İncil’den bu alıntı, 19. yüzyılın ikinci yarısında gelişen Afrika-merkezli Hristiyanlık yorumu olan Etiyopyanizmin temelini oluşturur. Campbell’ın ileriki sayfalarda da açıkladığı gibi beyaz Hristiyan dünyası siyahları sömürge otoritesine tabi kılmaya çalışırken Etiyopyanizm Avrupa’nın kültürel üstünlük iddiasını alaşağı eder: “Misyonerlerin, kâşifler, tüccarlar ve askerler kadar sömürgeci güçlerin bir parçası olduğu anlaşılınca, kilise tarafından eğitilmiş vatansever Afrikalılar beyaz kilise hareketinden ayrılma yolunu seçtiler.” Diğer bir deyişle, Hristiyanlık hem beyaz tahakkümün hem de siyah kurtuluşun ideolojisi olur. Bu yüzden 1930’da Leonard Percival Howell isimli karizmatik bir vaiz, köylerdeki Jamaikalılara İngiltere Kralı 4. William yerine Etiyopya İmparatoru Ras Tafari’ye bağlılık içinde olmalarını salık vermeye başladığında, Rastafari akımı doğar. Fakat akımın doğuşunun arka planında beyaz iktidarına karşı gelişen siyah düşüncesi ve direnişinin derin tarihi vardır.
Bu açıdan, Profesör Campbell’ın olağanüstü derin vizyonu, bu kitabı Haile Selassie, Leonard Howell ya da Bob Marley’e dair dar bir tarih anlatısı olmaktan çıkarıyor. Gerçekten de Rasta, tarihsel ve politik boşluk içinde aniden ortaya çıkmaz. Atlantik ötesi dünyada, siyahların günlük hayatının parçası haline gelen yüzyıllık direniş tarihinin bir ürünüdür. Campbell bizi tarihte bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta, karşımıza, politik isyanlar, açık denizlerde ayaklanmalar, devrimci bireyler ve fikirler ve tabii ki siyah dünyasının politik mücadele ve kültürel ifadelerine tarihsel devamlılık kazandıran müzik çıkıyor.
Bu tarihsel destan, ticaret üçgeni bağlamında, 16. ve 19. yüzyıllar arası milyonlarca Afrikalının zorla göç ettirilmesiyle başlıyor. Avrupa, Batı Afrika ve Amerika kıtasını kapsayan bu köle ticareti, Afrikalıların köle olarak satıldığı tek zorunlu göç değildi. Müslüman (ya da bazen Arap olarak geçen) köle ticareti de Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu üzerinden en az 12 milyon Afrikalının neredeyse bin sene boyunca zorunlu göçüne yol açtı. Fakat Atlantik köle ticareti, ulus-aşırı Pan-Afrikanizm ya da “Global Afrika” bilincine yol açtığı için benzersizdir. Bu fikrin arkasında, Afrikalı halkların kölelik, sömürgecilik ve ırksal baskılar nedeniyle –ulusal aidiyetlerinden bağımsız olarak– ortak deneyimlerden geçtikleri varsayımı yatar. Tarihte Pan-Afrika hikâyesine katkıda bulunan çeşitli gruplar ve halklar olmuştur ve Campbell’ın çalışmasının tarihsel ve coğrafi kapsamı, bu Pan-Afrika ruhunu yakalar.
Ticaret üçgeni zamanında gelişen “Global Afrika” aynı zamanda direniş kültürünün temellerini de atar. Campbell’ın dediği gibi “Köleleri uysal, tembel, çocuksu olarak betimleyen tarihi anlatıların aksine kölelerin çoğu, kölelik sistemini kabul etmedi.” Köleler, Atlantik Okyanusu’nun ortasındaki acımasız yolculuklardan Karayipler’deki şeker plantasyonlarındaki köle “kamçıcısı”nın, kırbacının başrolde olduğu çalışma koşullarına kadar, her sistematik baskı ortamında birlik ve dayanışma bağları kurdular. Ve bu direniş çeşitli şekillerde ortaya çıktı: Amistad (1839) gibi köle gemilerindeki isyanlar, kaçak kölelerin kurduğu “Marun” toplulukları, ya da Haiti Devrimi’nde (1791-1804) olduğu gibi büyük ölçekli silahlı isyan ve bağımsız ulus-devletlerin kurulması.
Köleliğe direniş, Rasta kültürünü anlamak için başlangıç noktasıdır. Bob Marley’nin 1973’te büyük başarı yakalayan albümü Catch a Fire’da söylediği gibi “Köle kamçıcısı, roller değişti / Alev alırsan yanacaksın / Kırbacın sesini her duyduğumda kanım donuyor / Köle gemisinde ruhuma zulüm ediyorsun / Bugün özgür olduğumuzu söylüyorlar, ama yoksulluğa zincirlenmişiz.” Aynı albümdeki “Concrete Jungle” (Beton Ormanı) şarkısında Marley, “Ayağımda zincir yok / Ama özgür değilim” der.
Direniş ruhu, Yeni Dünya’daki köleliğin çöküşünden sonra ortaya çıkan yeni baskı türleriyle birlikte yeni biçimler alır. Bu bağlamda Campbell, özellikle Marcus Garvey’nin (1887-1940) mirasını vurguluyor. Jamaika’da doğan siyah Garvey, 1916’da ABD’ye gelmeden önce Orta Amerika’da ve İngiltere’de bulunur. Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, New York’un siyah mahallesi Harlem’de siyah dünyasının en önemli lideri haline gelir. Bu dönem, siyah bilincinin ideolojik ve örgütsel anlamda gelişmesinde dönüm noktasıdır. Garvey’nin örgütü Dünya Zencilerini Geliştirme Derneği (Universal Negro Improvement Association, UNIA) uluslararası ölçekte hareket eden ilk siyah örgütlenmesi ve sosyal hareketidir. Siyah ayrılıkçılığı ve bağımsızlığını savunan dernek, siyahları Afrika’ya dönmeye ve kıtanın politik, ekonomik ve kültürel modernleşmesinde rol oynamaya çağırır. Bu hareketin gücü 1919’da Garvey’nin, o dönemde ABD’deki politik radikalizmle savaşmak için kurulmuş olan FBI’ın radarına yakalanmasına sebep olur. Garvey sonunda, –FBI’ın ilk müdürü olan ve 1972’deki ölümüne kadar da müdürlüğü süren– J. Edgar Hoover’ın ajanları tarafından yakalanır. 1927’de, uydurma bir posta sahteciliği iddiasıyla tutuklanarak sınır dışı edilir. Bugün Garvey’nin direniş ruhu siyah dünyanın dört bir yanına yayılmıştır: Malcolm X’in babası Garvey’nin takipçilerindendi, Garveyizmin sembolleri ve ideolojisi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Afrika’da gelişen bağımsızlık hareketlerinde (özellikle de ulusal ikonografisi Garvey olan ve UNIA referanslarıyla dolu Gana’da) sembolik rol oynamıştır. Onun mirası ayrıca Rasta hareketinin kolektif bilincine de işler. Rasta hareketinde, Garvey uluslararası siyah özgürleşmesinin kutsal peygamberi olarak görülür. Pek çok reggae grubunun şarkı sözleri Garvey’e göndermelerle doludur; bunlar arasında Culture, Burning Spear, Capelton, Johnny Clark, Michael Rose, Maxi Priest ve “Marcus Garvey bize dedi / Özgürlük bir şart” diyen Fred Locks vardır.
Kitabın alt başlığında adı geçen diğer kişi de kendisi Rasta olmamasına rağmen, hareketle yakın ilişki halinde olan Walter Rodney’dir (1942-1980). Rodney, Guyana’da doğmuş ve hem Afrika’ya dair akademik araştırmalarıyla hem de Pan-Afrikanizmin politik aktivisti olarak önemli bir figür olmuştur. Politik aktivizmi onun Guyana’da bir araba bombasıyla suikasta kurban gitmesine sebep olur (bu suikastın arkasında Burnham Hükümeti vardı). Politik faaliyetleri yüzünden 1968 yılında turizm endüstrisi için bir tehdit olduğu bahanesiyle Jamaika hükümeti tarafından ülkeye girişi yasaklanır. Bu yasak, Kingston’da bir dizi isyana yol açar. Bu bağlamda, Rodney’nin Jamaika’daki kitlelere hitaben yaptığı konuşmalarından oluşan kısa bir seçki, The Groundings with My Brothers (Kardeşlerimle Oturumlar) adı altında yayınlanır. Bu seçkide, Rodney özellikle “geri kafalı beyaz Batı Hint kültürünü reddeden ve kendi kültürel ve ruhani kökenlerini Etiyopya ve Afrika’da arayan” Rastalara hitap eder. “Grounding”* kelimesinin kökeninde, köleliğe karşı kendi otonomilerini korumaya çalışan kölelerin eylemleri yatar. Bu anlamda, bu kelime sıradan halkın çıkarları ve eylemleriyle dayanışmayı ifade eder. Aynı şekilde groundation, halkın, bağımsız politik, dini ya da sosyal bir toplantıda gerçekleştirdiği kolektif kutlama anlamına da gelir. Fakat Marksist bir tarihçi ve sosyal kuramcı olan Rodney, Rastaların Selassie’yi yüceltmesinden rahatsızlık duyar. Maneviyatın sahte kabuğuna çekilmektense, onları, mücadelenin maddi ve ekonomik yanına odaklanmaları konusunda teşvik eder.
Rodney gibi Campbell de Rasta hareketini materyalist bir bakış açısıyla ele alır. Ve yine Rodney gibi Campbell da Rasta hareketinin uluslararası tarih ve sembolizmini takdir ederken, eleştirmekten de çekinmez. İlk olarak hareketin farklı kolları arasındaki ayrılıklardan bahseder. Etiyopya vatandaşlığı kazanan bazı Rastalar izole yerleşimlerde ruhani mistik bir yaşam sürerken diğer Rastalar politik eylemlerine devam etmektedir.
Gerçekten de Rasta hareketinin örgütsel veya ideolojik bir merkezi yoktur. Hareket, farklı mahallerdeki Rastalar tarafından farklı biçimlerde yorumlanır. Campbell genel olarak Selassie’yi deviren ve uzun yıllar sürecek Etiyopya İç Savaşı’nı başlatan 1974 komünist isyanını (imparator ertesi sene hapishanede hayatını kaybeder) destekler. Ayrıca Campbell, Selassie’yi ilahlaştıran Rastaları ve hareketin aşırı dini karakterini eleştirir. Mesela, Etiyopya’daki Shashamane yerleşimini incelerken eleştirisini şöyle özetler: “Beceri ve bilgi sahibi genç Jamaikalılardan, sadece örgütün değil yerli halkın da yararına olacak yeni tarım yöntemlerinin geliştirileceği bir kolektif oluşturabilirdi. Bunu yapmak için yerleşimcileri, toprak, topografya ve orada yetişebilen tarımsal ürünler hakkında bilgilendirmeleri gerekirdi. Bunu başarabilmek için her akşam İncil’den bir kısım okumak ve yerel tahıl tef ile sebze yetiştirmekle yetinmek yerine çalışmak ve yeni bir anlayış yaratmak gerekirdi.” Bu anlamda, Campbell eleştirel mesafe konusunda, sevdiği bir konuyu çalışırken konunun karmaşıklığını ve çelişkilerini irdelemek isteyen diğer akademisyenlere adeta ders veriyor.
Rodney’nin 1980’de suikasta kurban gitmesinden, ertesi sene Bob Marley’nin hayatını kaybetmesinden ve bu kitabın 1987’deki ilk basımından günümüze kadar geçen sürede, Rasta küresel kültürün bir parçası haline geldi. Jamaika halkının müziği reggae, ABD, Avrupa ve Asya’daki yerel koşullara uyarlanarak dünyanın dört bir yanına yayıldı. Bob Marley’nin ifadesiyle, her nerede “Halkların hareketi” varsa, orada reggae de olacaktır. Bugün Türkiye’de Rasta’ya ve reggae müziğe artan bir ilgi var. Mesela İstanbul çıkışlı reggae grubu Sattas, reggae müziğinin tarihi ve sembolizmini “Savaş Bitmeli” ve “Groundation” gibi şarkılarla ifade ediyor. Rasta ve reggae kendi memleketlerinin sınırlarını aşarken, hareketin tarihini ve ifade ettiklerini iyi anlamamız gerekir. Bu yüzden, Horace Campbell’ın bu önemli çalışmasını Türkçe olarak sunmaktan mutluluk duyuyor ve okuyucuların Rasta ve Direniş sayfalarında anlatılan tarihten ilham almalarını umuyoruz.
* “Ground” kökeninden türetilen “grounded” kelimesi İngilizcede hem cezalı hem de ayakları yere basan anlamına gelir.