zapatistaların tarihi: üç parça tekmili birden! // raul romero
17 kasım 2021, zapatista ulusal kurtuluş ordusu’nun (ezln) kuruluşunun 38. yıldönümü ve 1 ocak 2022 ise zapatistaların ilk defa kendilerini göstermelerinin 28. yıldönümüydü. hakiki tosun paşa hasım yayın e-jurnal olarak salyangoz canparelerimizin yıldönümlerini raul romero’nun zapatistaların tarihini anlattığı on numara beş yıldız yazısıyla kutluyoruz.
1. bölüm: gerilla çekirdek
İnsanlık halinin … kötü davranışa dönük inatçı bir eğilimi vardır.
En beklenmediği anda, isyan patlak verir ve haysiyet ortaya çıkar.
Chiapas dağlarında, mesela.
Uzun zamandır yerli Maya sessizdi.
Maya kültürü bir sabır kültürüdür, beklemeyi bilir.
Bugün kaç insan bu dilleri konuşuyor ki?
Zapatistalar Chiapas’ta, aslında her yerdeler.
Pek az kişiler fakat pek çok gönüllü elçileri var.
Bu elçileri kimse atamadığı için, görevden de kimse alamaz.
Bu elçilere kimse maaş vermediği için, kimse onları kafalayamaz ya da satın alamaz.
*El desafío, Eduardo Galeano [1]
1968 yılıydı; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile ABD örtülü bir savaşta dünya hegemonyası için çekişiyorlardı: “Soğuk Savaş”. Çekoslovakya’da “Prag Baharı” “fiilen var olan sosyalizm”in otoriterliğini ve bürokrasisini dünyaya teşhir etmişti. Protestocular “insan yüzlü” fakat her şeyin ötesinde demokratik bir sosyalizm için dövüşüyorlardı. SSCB ve müttefiklerinin yanıtı ülkenin işgal edilmesi oldu. Fransa’da ise “Fransız Mayısı” –diğer şeylerin yanı sıra– tüketim toplumunun yaygın biçimde reddedilmesinin bir kanıtını sunacaktı. [2]
1968 yılıydı ve Amerika kıtası da hareketliydi. Latin Amerika’da Küba Devrimi’nin zaferi halen umut aşılıyordu ve binlerce genç insan devrimci partilerin ve hareketlerin saflarına katılıyordu. ABD’de –yurttaş hakları hareketi lideri– Martin Luther King suikasta uğramıştı ve Vietnam’ın işgaline karşı yapılan gösteriler Kuzey Amerika toplumunu iyiden iyiye kutuplaştırmıştı.
1968 yılıydı; Meksika Olimpiyat Oyunları’na evsahipliği yapacaktı ve temmuz ayında ülke tarihinin en önemli öğrenci hareketlerinden birisi zuhur etti. Ülkenin siyasi ve toplumsal koşulları ufak gibi görünen bir çatışmaya hızla ulusal boyutlar kazandırdı. Meksika –1910 Devrimi süresince olduğu gibi– yine dünyayı kat eden toplumsal huzursuzlukla birlikte yürüyordu. Gustavo Díaz Ordaz ile Luis Echeverría Álvarez –Meksika İçişleri Bakanı ile Başkatibi– öğrenci gösterilerinin bastırılması emrini verdi. 2 Ekim’de ordu ve paramiliter gruplar Tres Culturas, Tlatelolco ve Mexico City meydanlarındaki protestoculara saldırarak yüzlerce öğrencinin ölmesine, kaybedilmesine ve yaralanmasına sebep oldu.
1969 yılıydı ve dünya, Hobsbawn’ın adlandırmasıyla 1968’in “Kültür Devrimi”nden sonra artık aynı değildi [3]. 1969 yılıydı ve Meksika hala yaralıydı: Pek çok aile 2 Ekim’den beri evlerine dönmemiş olan çocuklarını arıyordu. Bu sırada Meksika hükümeti ise, ilk saldırının öğrencilerden geldiğini, ülkeyi istikrarsızlaştırmak isteyen yabancıların işe karıştığını ve protestoların arkasında komünizm hayaletinin olduğunu ileri sürerek katliamı meşrulaştırmaya çalışıyordu.
Öğrenci gösterilerine katılan yüzlerce genç insan, Meksika’yı kurumsal yoldan dönüştürmeyi başaramayacakları sonucuna ulaşacaktı. Pek çoğu açısından barışçıl yol tükenmişti ve artık bir sonraki aşamaya geçme zamanıydı: Silahlı mücadeleye.
6 Ağustos 1969’da, Nuevo León, Ulusal Kurtuluş Güçleri (FLN) kuruldu. Gruba iki kardeş, Cesar Germán ve Fernando Muñoz Yáñez, Alfredo Zárate ile Raúl Pérez Vázquez önderlik ediyordu. Grup, kuvvetlerini sessizce inşa etme ve devlet güçleriyle karşı karşıya gelmeme stratejisi izliyordu. 1972’de Cesar Germán Yáñez, Chiapas’ta “Emiliano Zapata Gerilla Çekirdeği”nin (NGEZ) faaliyet yürüteceği “El Diamante” adlı kampı kurdu. FLN, kuruluşundan beş yıl sonra, Tabasco, Puebla, Mexico eyaleti, Chiapas, Veracruz ve Nuevo León’da ağlara sahip hale gelmişti [4].
FLN, Marksist-Leninist ideolojiye sahip olmakla birlikte, dogmatizme düşmekten çok uzaktı. Kuruluşundan itibaren, FLN, genel hedef olarak bir ordu kurmayı seçti ve slogan olarak da bağımsızlık savaşçısı Vicente Guerrero’nun şu sözünü seçti: “Vatan için yaşa ya da özgürlük için öl!”
14 Şubat 1974’te FLN Mexico eyaletinin San Miguel Nepantla bölgesinde bulunan güvenli mekanlarından biri olan “Büyük Ev”de polis ve ordu kuvvetlerinin saldırısına uğradı. Operasyona, Meksika’nın kirli savaşının önde gelen faillerinden olan ve sonrasında defalarca suç örgütleriyle bağlantılı olmakla itham edilen Mario Arturo Acosta Chaparro da katılacaktı.
“Büyük Ev”de beş gerilla katledildi ve 16’sı da tutuklandı. FLN’ye dönük soruşturma Chiapas, Ocosingo’ya doğru genişledi; “El Diamante” kampına saldırıldı ve NGEZ’in pek çok üyesi katledildi; Cesar Germán Yáñez dahil bazı gerillalar ise kaçmak zorunda kaldı. “Laura Castellanos’un yazdığına göre, gazete haberleri, 1974 yılı Nisan ayı ortasında Cesar Germán’ın başını çektiği hayatta kalan grubun ordu tarafından ormanda imha edildiğini yazacaktı. Cesar’ın kardeşi Fernando ise peşinde onu arayan bir tabur askerle ve başarı kazanamamış grubuyla Chiapas’a geçti.” [5]
1974’ten 1983’e kadar FLN’nin tarihi, o döneme ilişkin ortada çok az kayıt bulunması nedeniyle oldukça bulanıktır. Bu dönem süresince FLN Lacandon Ormanları’nda sık sık baskınlar düzenlemiş ve ordusunu kurmaya yeniden başlamıştır. Zaman, Otonom Metropolitan Üniversitesi ve otonom Chapingo Üniversitesi örneklerinde görüldüğü üzere Marksizm’in çok güçlü olduğu üniversitelerden pek çok öğrencinin silahlı mücadeleye devşirildiği bir zamandır. Bu dönem dâhilinde (1974-1983) FLN’nin faaliyetlerinin büyük kısmı Chiapas eyaletindedir. Örneğin FLN, 1977’de Huitiupán’da bir kamp ve bir yıl sonra da San Cristóbal de las Casas’ta bir güvenli mekân kurmuştur.
Chiapas’ta yürüttüğü çalışma, FLN’nin, bölgedeki yerlilerle birlikte çalışma yürüten yerel örgütlenmelerle dayanışma ağları inşa etmesine olanak tanıyacaktı: Maocu gruplar, kooperatif kurmakla meşgul olanlar ve Katolik Kilisesi, başta da Papaz Samuel Ruíz tarafından topluluk çalışmasını geliştirmeye teşvik edilen yerli halklar.
Orta Amerika’daki, El Salvador’daki Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi, Nikaragua’daki Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi ya da Guatemala’daki otuz yıldan fazla süren iç savaş gibi silahlı cephe deneyimleri, FLN’nin bir odu –bir gerilla grubu değil, düzenli bir ordu– kurma niyetini canlandırdı ve 1980’li yıllar boyunca Chiapas’ta yürütülen başarılı çalışma, gerilla belgelerinde FLN_EZLN kısaltmasının yer almaya başlamasıyla sonuçlandı.
Böylece, çokça örgütsel deneyime sahip grubun –sonradan Binbaşı Mario ya da Binbaşı Yolanda gibi komutanlar ortaya çıkartacak olan– politize bir yerli grubun yardımcı olması ve üniversitelerden yeni militanların kazanılmasıyla, 17 Kasım 1983’te Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun ilk kampı olan “Kene” [6] kurulacaktı.
Yvon Le Bot ile Maurice Najman’ın röportaj yaptığı Subkomandante isyancı Marcos, EZLN’nin üç asli bileşeninin “bir siyasi-askeri grup, politize ve oldukça deneyimli bir grup yerli ve Orman’dan gelen bir yerli hareketi” olarak açıklıyordu. [7] Marcos’un atıfta bulunduğu üçüncü grup, EZLN’nin “kuvvetlerinin sessiz sedasız inşa ettiği” ikinci aşamanın başında, yani 1983 yılından sonra örgütün kritik bir parçası haline gelecekti; ancak bu sefer örgüt, öncelikle daha önce siyasi militanlık deneyimi olmayan bölge yerlileri arasında savaşçı arayışına girecekti. Bu görev için politize yerliler bir köprü görevi görecekti ancak –dilin büyük bir sıkıntı olduğu– kültürel engelin yanı sıra, yerlilerin yüzyılların baskı ve aşağılanmadan kaynaklanan ketumluğu ve güvensizliği, melezlerin yerli topluluklarına ulaşabilmesini zorlaştırıyordu.
EZLN’nin Lacandon ormanına sızan ilk üyeleri kısa sürede oldukça farklı ve ideolojik bağlılıklarının görmelerine izin verdiğine oldukça yabancı bir gerçekliği tecrübe etmeye başladılar. İlk yıllarda yerlilerle bir güven ilişkisi kurmak bir yana, bunun tam tersi yaşanıyordu: “yerliler zaman zaman bize eziyet de ettiler çünkü bizim hayvan hırsızı, cadı ya da haydut olduğumuzu düşünüyorlardı. Şimdi yoldaşımız ve hatta Komite’de komutan olan pek çok yerli o zamanlarda bizi kovalıyordu çünkü bizim kötü insanlar olduğumuzu düşünüyorlardı.” [8]
Yerli topluluklarla kurulan temas, ilk grupta bir tür dönüşüme yol açacaktı. Marcos bu süreci şu sözlerle anlatıyordu:
Yeniden eğitim, kendimizi yeniden şekillendirme sürecinde gerçekten cefa çektik. Silahlarımızı elimizden almışlar gibiydi. Bizi, harcımızda bulunan –Marksizm, Leninizm, sosyalizm, kent kültürü, şiir, edebiyat–, bizden bir parça olan ve bizim bile sahip olduğumuzu bilmediğimiz şeylerden soymuşlar gibiydi. Bizi silahsızlandırdılar ve sonra, ama farklı bir yolla tekrar silahlandırdılar. Hayatta kalmanın yegane yolu da buydu. [9]
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, FLN’nin gerilla çekirdeğinin Chiapas’ta geliştirdiği çalışma, ancak farklı yerli gruplarının dünya görüşü ve direniş gelenekleri vasıtasıyla olgunlaşabilir ve EZLN’ye dönüşebilirdi; bu meseleyi yazının ikinci bölümünde ayrıntısıyla ele alacağız.
2. bölüm: bin yıllık direniş
“Komitede bütün öğlen vakti tartıştık durduk.
TESLİMİYET kelimesinin yerli dillerindeki karşılığını aradık ve bulamadık.
Ne Tzotzil ne de Tzeltal dilinde karşılığı yok.
Tojolabal’da ya da Chol’da böyle bir kelimenin olduğunu hatırlayan da.
Gerçek dilde teslimiyet diye bir şey yok.”
Subcomandante Marcos [1]
“Meksika, pek çok Meksika’dır” diye sürüyor söz ve çoğunlukla akademisyen ve araştırmacıların yüzlerce sayfada söyledikleri, geleneksel bilgelikte ifadesini birkaç kelimede bulur. “Meksika, pek çok Meksika’dır”, sadece ülkenin heterojenliği nedeniyle değil, aynı zamanda ve ilk olarak, topraklarında yaşamış ve halen yaşayan halkların çeşitliğine de bağlı olarak böyledir.
Chiapas eyaleti, bütün ülkeyi karakterize eden bu coğrafi ve kültürel çeşitliliğin örneklerinden biridir. Chiapas’ın hikayesi, Meksika ve Latin Amerika’daki pek çok halkın tarihinin de özeti gibidir: Şiddet kullanarak hükmeden insanların hikayesi ve direnmiş ve beş yüz yıl sonra bugün hala direnen, geleneklerinin büyük kısmını inatla sürdüren halkların tarihi.
Genellikle, kolektif toplumsal eylem olarak direniş, yerli grupları tarafından yerleşik oldukları toprakların işgaline (ya da işgal girişimlerine) karşı söz konusuydu. Bu anlamda direniş, bir eylemden ziyade bir tepki, yerli gruplar tarafından yabancı güçlerin saldırısına karşı toprak temelli ve kültürel bir edimdi. Direniş edimleri aktif ya da pasif, şiddetli ya da şiddetsiz, silahlı ya da silahsız olabiliyor ve faili hemen her zaman dezavantajlı konumda bulunan, yani güç dengesinin aleyhine olduğu grup ya da gruplar oluyordu.
Direnişin çeşitli biçimlerini kategorize etme çabası dahilinde, James Scott [2] açıkça duyurulan direniş biçimlerinin yanı sıra gizli, dikkat çekmeyen ve duyurulmayan direniş biçimlerinin de olduğunu belirtiyordu Bunlardan ilki dikkat çekmeyi amaçlarken (grevler, boykotlar, isyanlar, dilekçe verme), ikincisi ise alt-siyaset alanında (görünür olmayan, örtülü, sembolik) kalıyordu. Direnişin gizli biçimi ilk bakışta gözden kaçarken, bu biçim “daha görünür olan siyasal eylemin –yani, direnişin kamusal biçiminin– kültürel ve yapısal olarak desteklenmesinin büyük kısmını” sağlıyordu. [3]
İspanyol işgalci/sömürgeciler, bugün bizim Chiapas olarak bildiğimiz topraklara ulaştığında, karşılarında siyasal, ekonomik, mimari ve askeri açıdan oldukça gelişmiş uygarlıklar buldular. Bölgede, birbiriyle hem dayanışma içinde, katılımcı ve birbirini tamamlayan, fakat aynı zamanda birbiriyle çatışan bir grup ulus yerleşikti.
O zamanlarda, Antonio García de León’un aktardığına göre [4], bölgede baskın olan kültür, büyük ölçüde geliştirdiği askeri güç sayesinde “Chiapa” ya da “Chiapas” kültürüydü. Amerika kıtasının diğer bölgelerinde de görüldüğü üzere, bazı yerli halklar işgalci/sömürgecileri egemen kültüre birlikte karşı koyabilecekleri bir müttefik olarak gördüler. Böylece Zinacanteco halkı, Chiapa’ya karşı savaşta işgalci/sömürgecileri desteklemeye karar verecekti. Bölgeye hükmetme savaşı 1524’te başladı ve yerlilerin direnişi şehrin alınmasını, 1528’de Diego de Mazariegos komutasındaki birliklerin bölgeye yerleşmesine kadar, dört yıl erteleyebildi.
İşgalci/sömürgeciler kademeli olarak askeri güç yoluyla farklı yerli halkları yendiler. Kalanlar ise dağlara sığınmak zorunda kaldı. Aslında yerliler, kendi tarihlerini, hafızalarını ve dillerini yeniden üretmekten vazgeçmeyerek ve hatta yerli halkların dünya görüşlerini Katolikliğin yeniden yorumlanmış ve kendilerine mal edilmiş bazı biçimlerini benimseyerek, Scott’un sözünü ettiği gizli, dikkat çekmeyen ve duyurulmayan yollardan direnmeyi sürdürdüler.
Savaş, İspanyollar arasındaki bölünme ve yerli halkların direnmesiyle, fakat her şeyin ötesinde gaddarca muameleler, nefes aldırmayan vergi sistemi ve Maya halklarının savaşçı geleneği nedeniyle kısmen devam etti. Çeşitli gerekçelerle ortaya çıkan direniş açıkça duyurulan biçime sahipti ve ilk isyanlar baş gösterdi.
İsyan, yukarıda da belirtildiği üzere, direnişin açıkça duyurulan biçimlerinden biridir. İsyanlar genellikle tâbi sınıfların, egemen sınıf(lar) ya da grup(lar) tarafından ölçüsüz muamelelere maruz kalmasıyla baş gösterir ve itaatsizliği, karşı çıkışı ve/veya otoritelerin reddini içerir. Aynı zamanda ölçüsüz denetim ya da baskı biçimleri nedeniyle iktidardakilerin meşruluğunun açık bir sorgulanması anlamına gelir ve barışçıl ya da silahlı, şiddetli ya da şiddetsiz, nasıl olursa olsun, isyan her zaman bir meydan okuma eylemidir. İsyanlar, sınırlı bir coğrafi alana ve az ya da çok kendiliğindenliğe yazgılı olmalarıyla karakterize olurlar. İsyanlar, başlangıcında tarihsel olarak alternatif bir projeden yoksun olsalar da, pek çok isyanın –en ileri olgunlaşma zemininde– devrimci süreçleri ortaya çıkardığı da doğrudur.
Chiapas’taki sömürgecilik boyunca yaşanan çeşitli isyanlardan, farklı tarihçiler 1712 Tzeltal İsyanı’nı, onu “Cancuc Cumhuriyeti” ya da “Tzeltal Cumhuriyeti” olarak adlandıracak ölçüde öne çıkarmaktadır. Bu vakaya kısaca bir göz atalım.
Yerlilerle sömürgeciler arasındaki netameli ilişki, –temelde– ilahi alametler gördüklerini iddia eden yerlilere Katolik Kilisesi’nce işkence yapılmasına bağlı olarak 1711’de yeni bir krize yol açtı. İlk olay, “yerlilere benzeyen bir Bakire Meryem’in” Tzotzil halkından Dominica López ve Juan Gómez’e oyulmuş bir ağaç parçası içinde göründüğü Santa Maria’da yaşayan Tzoltil yerlileri arasında cereyan edecekti. Bu görünme, komşu yerli toplulukları arasında, Engizisyon’un görüntüye neden el koyduğunun sorgulanması üzerinden bir kargaşa yarattı.
Aylar sonra, yerli toplulukları halen “bakirenin görünmesi” meselesini konuşurken, Katolik azizler San Sebastián ile San Pedro, Chenalhó köyünde kendilerinin de bakireyi gördüklerini açıkladılar. Bu ise bölge halkının kolektif belleğinde karşılığı olan “dünyanın sonu yaklaşıyor” düşüncesine yolu açacaktı.
Dahası, yöneticilerin nefes aldırmayan vergi sistemi ve papaz Juan Bautista Álvarez de Toledo’nun dayattığı yüklü komisyonlar, binlerce Kızılderilinin Yeni İspanya’ya karşı bir isyan başlatmalarına yol açacak şekilde toplumsal huzursuzluğu tetikledi. Tam bu arada bakire figürü yeniden göründü; Cancuc topluluğundan bir Tzeltal yerlisi olan María de la Candelaria’ya görünen bakire, isyancılar açısından yeni bir mesaj olarak yorumlanacaktı. İsyancılar María de la Candelaria’da “bakireyle iletişim kurabilecek bir medyum” bulmuş oldular ve onu korumak adına 32 Tzeltal, Tzotzil ve Chol topluluğunu bir araya getiren ve saflarında toplam üç bin silahlı yerlinin yer aldığı “bakirenin askerleri” adlı bir ordu kurdular.
“Bakirenin askerleri” yarı-gizli kült uygulamalarıyla destekçi topladı, böylece yerli halkların kendi örgütsel yapılarını ve İspanya Krallığı’ndan belirli bir bağımsızlığı sürdürdüklerini göstermiş oldular.
Yerli halkların isyanı, cennete yolculuk ederek “Tanrı Baba”yla konuştuğunu iddia eden ve Kızılderili papazlar atayan, kuvvetleri düzenleyen ve isyancı orduyu kutsayan Tzoltil yerlisi Sebastián Gómez de la Gloria’yla birlikte güçlendi. Komşu yerli toplulukları Cancuc’tan kaynaklanmayan bütün iktidarları reddetmeye başladı ve İspanyol papazlar ve dini figürler yargılanıp infaz edildi. İsyancılar kendi otoritelerini ilan ettiler ve pek çok köye yeniden isim verildi.
İspanyollar eliyle beslenen etnik çatışmalar, liderlerin bir kısmının saflara katılması ve Yeni İspanya ordusunun canavarca saldırısı, “Cancuc Cumhuriyeti” ile sonuçlanacaktı ancak 1727’ye gelindiğinde, isyanın failleri ve “isyanın tohumlarının başıboş bırakılmaması” adına çocukları bile tutuklandı. Sömürgeciler isyancıların hafızasında yenilginin sürekli canlı kalmasını görev edindiler. Öldürülen Latinler ve İspanyolların intikamı için isyana katılanların ya da isyanla işbirliği yapanların tek kulağını kesmeye girişen Pedro de Zavaleta, bunun bir örneğiydi.
Yerli halklar –bilinçli ya da değil– yeniden gizli direnişe döndüler. Ancak birden fazla kamusal deneyim yaşandıysa da, hiçbiri Tzeltal Cumhuriyeti boyutunda değildi.
19. ve 20. yüzyıllar boyunca direniş bazen açık bazen gizli biçimlerde devam etti ancak tahakküme karşı muhalefet her zaman vardı. Bölgenin yerlilerinin, aynen Amerika kıtasının diğer bölgelerindeki yerliler gibi, Tzvetan Todorov’un kıtanın işgalini “insanlık tarihinin en büyük soykırımı” olarak adlandırmasına yol açacak biçimde nüfusun büyük kısmını yok eden bir imhaya maruz kaldıkları doğrudur. [5] Ancak Chiapas’taki yerli halklar, kâh bağımsızlık ordusunun saflarına katılarak kâh devrim boyunca Emiliano Zapata’nın liderliğindeki Güney Kurtuluş Ordusu’na omuz vererek, Meksika ulusunun inşasına etkin biçimde katıldılar. Juan López gibi efsanevi kişilikler ya da 1847’de Yucatan’da yaşanan benzeri isyanlar hem toplumsal hafızayı hem de isyan pratiğini besleyecekti.
Maya halkları örneğinde olduğu gibi, bazı direnişler, toplumsal ve siyasi örgütlenmenin yeni biçimlerini inşa etmeyi de içeriyordu: Katoliklik ve sömürgeci siyasi örgütlenmeden kısmen esinlenerek fakat aynı zamanda yeni öz-varoluş biçimleri de yaratarak, Chiapas etnisiteleri işgalcilerin tahakkümü ve yerleşimlerine rağmen hayatta kaldılar. Bağımsız Meksika’da, yerliler, iç sömürgeciliğin açık bir biçimi olarak, “Aydınlanmış Caciquizm” ya da “Chiapan Ailesi” gibi yeni iktidar odakları eliyle sömürü ve ötekileştirmeyle karşı karşıya kalacaklardı.
Latin Amerikalı, özellikle de Chiapaslı yerli halkların karşı karşıya kaldıkları uzun sömürgecilik savaşı, yerlilere kimliklerini unutturmakta başarısız oldu. İmha politikaları, toplumsal “temizlik” ve etnik soykırım, toplumsal huzursuzluğun ve yerli halkların kolektif bilincinin güçlenmesiyle “savaşın beklenmeyen bir etkisini” ortaya çıkaracaktı. Bu bağlamda, tahakküm, sömürgecilik ve yeni-sömürgecilik savaşlarının, kültürel ve ideolojik zeminde kaybedildiğini söylemek yerinde olacaktır. Bu savaşlar düşünmenin tek yolunun Batılı rasyonalite, ruhani ifadenin tek biçiminin ise Katolik dini olduğunu yerleştirmekte başarısız oldular.
Bu bin yıllık direniş kendisini bu sefer EZLN olarak sundu. González Casanova’nın sözleriyle:
Mayalar işgale en fazla direnen halklar arasında ön plana çıktılar. Yucatan ve Guatemala’da 1703’e kadar boyunduruk altına alınamadılar, kısa zaman sonra da yeniden baş kaldırdırlar. Chiapas’ta 1712’de büyük bir isyana öncülük ettiler. Chilam Balam’ın dediği gibi “bunu gizli itiraz, öfkeyle yüklü itiraz, şiddetle yüklü itiraz, merhameti olmayan itiraz” izleyecekti. 1 Ocak 1994’te yeniden isyan edenler de işte yine bu insanlardı. [6]
Yerli halkların uzun direniş ve isyan geleneğinin Marksist Ulusal Kurtuluş Kuvvetleri (FLN) pratiğiyle birleşmesi, EZLN’yi ortaya çıkaracaktı. Ancak Katolik Kilisesi içinde Papaz Samuel Ruiz García liderliğindeki bir akımın bölgede yürüttüğü faaliyetlere değinmek de önemlidir. Yazının bir sonraki bölümü bu akıma odaklanacak.
3. bölüm: yoksulların tercihi
Kurtuluş teolojisinin rolü
Fetih savaşı ve sömürgeleştirme süresi boyunca, İspanyol tahtının temsilcileri eliyle yerlilere karşı uygulanan canavarlıkları kınayan kişiler olmuştu. Bu sesler Katolik Kilisesi içinde önemli bir yankı da bulacaktı. Fray Bartolomé de las Casas bunun örneklerinden biridir. Yüzyıllar sonra, bağımsızlık savaşı süresince, yine iki papaz, Miguel Hidalgo y Costilla ile José María Morelos y Pavón önemli bir rol oynayacaklardı. Ancak, kilisenin ve toplumsal hareketlere omuz veren bazı kilise temsilcilerinin rolünün derinliğine analiz edilmesi ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşecekti.
Papa 23. John, Katolik Kilisesi’ni yenileme ve güçlendirme girişimi dahilinde, 1962-65 yılları arasında varlığını sürdüren İkinci Vatikan Konseyi’ni toplantıya çağırmıştı. Bu toplantıda Katoliklik içindeki, özellikle “modernistler” ile “modernizm karşıtları” arasındaki kadim ayrışmalar su yüzüne çıkacaktı. Bu Konsey’in bir parçası olarak –23. John Paul’un ölümünden sonra yerine geçen– Papa 6. Paul, Latin Amerika Piskoposluk Konseyi’ne bakış açısını yenilemesi ve kıta gerçekliğine daha uygun hale getirmesi çağrısında bulundu.
Latin Amerika’daki çeşitli papazlar, bu çağrıya yanıt olarak, 1968 yılı Ağustos-Eylül ayları arasında Kolombiya’nın Medellin şehrinde İkinci Latin Amerika Piskoposları Genel Konferansı’nı örgütlemeye koyulacaklardı. Konferans, niteliği, ele aldığı meseleler ve ulaştığı sonuçlar itibariyle Katolik Kilisesi üzerinde küresel bir etkiye sahip olacaktı.
Biz bu bileşenlerden bir kısmının üzerinde duralım:
a) Konferansın sonuç belgeleri sadece Katolik Kilisesi’nin faaliyet alanının ötesine geçen meselelere değinmekle kalmıyor, yerel bağlamlar dahilinde açıkça siyasi bir pozisyon da alıyordu. Bu belgelerin bazıları kilise dışı hareketler, medya, adalet, yoksulluk, halk inançları (dinleri) ve buna benzer başlıklara değiniyordu.
b) Medellín’deki toplantı boyunca ifade edilen fikirlerin pek çoğu, kilisenin yoksulların sistematik baskıya uğramasını ve Üçüncü Dünya toplumlarının sömürüye maruz kalmasını kınaması gerektiği düşüncesini güçlendiriyordu.
c) Konferansa sadece papazlar değil, aynı zamanda, stratejik eylemler de dahil olmak üzere toplumla birlikte çalışmaya dönük açık bir gönüllülük anlamına gelecek biçimde dindarlar, kilise mensubu olmayanlar da katılmıştı ve –aynı bağlamda ortaya çıkmış bir toplumsal hareket olan– Madun Eklesiyastik Toplulukları’ndan önemli bir temsil de mevcuttu.
d) Katılımcılar, Latin Amerika ile Avrupa arasındaki tarihsel ve yapısal farklılıklara güçlü biçimde vurgu yapıyorlardı; böylece, kendilerini aynı kilisenin parçası olarak görmelerine karşın, kendi rollerinin farklı olduğun söylüyorlardı.
e) Katılımcılar sadece sömürüyü ve baskıyı kınama rolüne soyunmak konusunda değil, aynı zamanda eylem safhasına geçmek ve eğer gerekirse örgütlü biçimde sefalete sürüklenmiş halkın yoksulluktan kurtulmayı başarabilmesi için her türlü yardımı sunma konusunda da hemfikirlerdi.
Medellín Konferansı’nın sonuçları, dindar olan ve olmayan insanları, maddi üretimin –sömürgeci ve kapitalist– yapıları eliyle yaratılmış güçlü ve dikkate değer sömürü ilişkileriyle öne çıkan bir kıtanın ayırt edici özelliklerine bakmak suretiyle, Latin Amerika’daki kilisenin rolünü derinlemesine incelemek konusunda cesaretlendirdi.
Latin Amerika’da Katolik Kilisesi’nin rolüne dönük bu yeniden canlanan ilgi, pek çok entelektüeli de toplumsal mücadelelerle dirsek temasına sahip bazı papazların rollerini yeniden keşfetmeye ve Kurtuluş Teolojisi’ne yol açacak role ilişkin tarihsel bir bakış açısı inşa etmeye sevk edecekti.
Filozof Enrique Dussel, kurtuluş teologlarının üç neslinden bahsetmektedir: İlki, sömürgeci dönem süresince İspanyol tahtına dönük bir eleştiriye girişen ve yerlilerin yanında saf tutan nesildir. Fray Antonio de Montesinos, Fray Domingo de Vico ve Fray Bartolomé de las Casas gibi belirli figürler ön plana çıkmıştır. İkinci nesil, José María Morelos y Pavón, Miguel Hidalgo y Costilla ve Fray Servando Teresa de Mier tarafından temsil edilmektedir; bu figürler Meksika’nın özgür ve bağımsız bir ulus olmasını sağlayan mücadelenin başını çekmiştir. Üçüncü nesil, 20. yüzyılın ikinci yarısında sahneye çıkmıştır ve Medellín Konferansı sonrasında sesleri duyulur hale gelmiştir. Bu nesilde öne çıkan figürlerden bazıları, Gustavo Gutiérrez (Peru), Leonardo Boff (Brezilya), Camilo Torres (Kolombiya), Ernesto Cardenal (Nikaragua), Jean-Bertrand Aristide (Haiti), Fernando Lugo (Paraguay), Oscar Arnulfo Romero (Salvador), Sergio Méndez Arceo ve Samuel Ruíz García’dır (Meksika).
Kurtuluş Teolojisi’nin hareket noktası, gerçekliğin ve bu gerçekliğin doğurduğu tarihsel süreçlerin somut analizi olacaktır ancak her daim teolojik bir zeminde yürüyecektir. Franz Hinkerlammert, Kurtuluş Teolojisi’nin yoksulluğu “özneler arasındaki karşılıklı kabulün reddi” olarak gördüğünü ve yoksul insanlara sahip bir toplumun Tanrı’dan da yoksun olduğunu kabul ettiğini belirtmektedir. “Ancak Tanrı’nın yokluğu, nerede bir kişi ağlarsa orada mevzubahistir. Tanrı’nın yokluğu yoksullarda mevzubahistir. Yoksullar yok olan Tanrı’nın mevcudiyetidir. Bu, Tanrı’nın –etkin bir biçimde– varlığının, yokluğuyla, feryat eden ve mecburen yokluğuyla verili hale gelen negatif teolojinin görünür bir vakasından başka bir şey değildir.” [1] Bu nedenle, kurtuluş teologları yoksullara yardım etmeyi, böylece onların, bütün öznelerin tanınmasıyla ve Tanrı’nın krallığının yeryüzünde kurulmasıyla sonuçlanacak biçimde kendi yoksulluk durumlarını kendi başlarına ortadan kaldırmalarını tercih ettiler.
Vatikan içindeki ortodoks akımların ve yerel otoritelerin yanıtı hızlı olacaktı: Kurtuluş teologlarının aldıkları pozisyona ve çalışmalarına karşı, komünist gruplardan etkilenmekle ve gerillalarla ilişkilere sahip olmakla suçlamaları da içeren bir karalama kampanyası başladı. Kampanyanı söylemine göre, kurtuluş teologları nefret ve şiddetin kışkırtıcılarıydı ve bu nedenle de Katolik Kilisesi’ne yakışan temsilciler olamazlardı.
Durum bu olunca, Latin Amerika’nın dört bir yanında, Maksizm ile Katoliklik arasında bir tür simbiyoz ortaya çıkacaktı. Kurtuluş teologları da artık kilisenin hiyerarşik yapısının bir parçası olmakla ilgilenmez olacaklardı. Kurtuluş teologlarının çalışmaları, yoksullarla ve proletaryayla birlikte çalışmak suretiyle daha çok toplumsal örgütlenmeye odaklanıyordu.
Tartışma, söylemsel ve entelektüel zeminin ötesine geçtikçe, muhalif dindarlar, pratik dahilinde “yoksullar ve ezilenler”le birlikte taban çalışmalarına yöneldiler. Piskoposluk toplantılarının yanı sıra, Latin Amerika’da Madun Eklesiyastik Toplulukları (İspanyolca kısaltmasıyla CEB) tarafından kurulan hareket güç kazanıyordu ve Brezilya ve Nikaragua’da da bir örnek çalışma alanı buluyordu. Bu hareket, ifadesini yer yer siyasi parti olarak da buluyordu.
Meksika’da CEB esas olarak toplumun en fazla dışlanmış kesimleri arasında geniş kabul görecekti. Buradan hareketle, Miguel Concha şunları söylüyordu: “Meksika’daki CEB, sömürü, açlık, baskı ve sefaletle dolu sosyo-politik ve ekonomik gerçeklikten ıstırap çekenler arasında, en yoksul kırsal ve kentsel alanlarda kaynağını buldu; temel failleri ise, CEB Hareketi’ni –hayatlarını yoksullara öncelik vermeye adamış köy papazları, rahipler, dindar ve dindar olmayan insanlar ile beraber– genelde Latin Amerika’daki ve özelde Meksika’daki Katolik Kilisesi’nde bir umut tohumu olarak gören yerliler ve yoksul çiftçiler, işçiler, mevsimlik çalışanlar ve işsizlerdi”. [2]
Madun Eklesiyastik Toplulukları (CEB) üyelerinin çalışma yöntemi, düşünmek ile eylemek arsındaki diyalektik ilişkiyi her yönden resmeden beş bileşene sahipti:
*Görmek. Neler olduğunun farkında olmak, gerçeklikle temas kurmak ve gerçekliği “kolektif ve bireysel gözlerden” analiz etmek.
*Düşünmek. Tanrı’nın Kelamı ışığında ve Kilise’nin kılavuzluğunda, (ilk adımda) GÖRÜLMEKTE OLAN hakkında bir inanç sorgulaması hayata geçirmek ve doğrudan İncil’e uygun eylem planları geliştirmek.
*Harekete geçmek. Planlananları, bir topluluk projesine dayanan küresel bakış açısı ve –dile getirilen, örgütlü– yerel eylemle hayata geçirmek.
*Değerlendirmek. Kazanımları değerlendirmek, başarısızlıkların farkına varmak, alınan yoldan öğrenmek ve eylemleri yeniden yönlendirmek.
*Kutlamak. Çıktığımız yolda Tanrı’nın varlığını kutladığımız inanç kutsaması ve topluluk törenlerinde kutlama yapmak ve yola devam etmeye hazırlanmak.
Madun Eklesiyastik Toplulukları (CEB) ile –başında Samuel Ruíz Garcia’nın bulunduğu– San Cristóbal de las Casas Piskoposluğu yerli toplulukları içinde önemli bir rol oynadı. Örneğin, bu iki kurum 1974’te ilk Yerli Kongresi’nin toplanmasına ve hayata geçirilmesine etkin biçimde katkıda bulundular. Medellín Konferansı kararlarını yeniden gündeme getirmeleriyle, dindar insanlar yerlileri, Tanrı’nın krallığının yeryüzünde ifadesini bulmasının ve bu krallığın adalet ve hakikate dayanmasının zorunlu olduğu fikriyle etkileyeceklerdi. Bölgesel piskoposluğun çalışmaları, yerli halkların iç örgütlenmesini güçlendirdi ve yerlilere bölgedeki, Meksika’daki ve dünyadaki benzer örgütlenmelerle iletişim ağları kurmasına izin verdi.
Ancak aynen Ulusal Kurtuluş Kuvvetleri deneyimindeki gibi, bölgesel piskoposluğun çalışmaları da, 400 yardımcı papaz ile 8.000 İncil eğitmeniyle birlikte 2.608 topluluktan oluşan ve her ne kadar piskoposluğun yapısıyla koordine olsalar da belirli bir özerkliğe de sahip olan bir tür “yerli kilisesi”nin kurulmaya başlanmasıyla, yerli halkların özel dünya görüşüyle tepetaklak olacaktı.
EZLN’nin “sessiz kuvvetlerin birikimi” aşaması boyunca, çok sayıda militan, Madun Eklesiyastik Toplulukları ve San Cristóbal de las Casas Piskoposluğu ile çalışma yürütmüş yerlilerin arasında bulundu. Bu yerlilerin eklemlenmesi planlanmıyordu ancak Samuel Ruíz Garcia’nın yerli topluluklarının siyasi çalışma yapması için ideal başlangıç formu haline gelen çalışma tarzının, daha sonra yeni-Zapatistalar eliyle geliştirilmesiyle bu eklemlenme sağlanacaktı. Böylece daha önce “yerli kilisesi”nin yardımcı papazı ya da İncil eğitmeni olan yerlilerin pek çoğu, EZLN saflarına katılmayı seçti.
Yazının her üç bölümünde de gördüğümüz üzere, EZLN’nin 1 Ocak 1994’te Meksika ordusuna savaş ilan etmesinin arkasında, toplumun geniş bir kesimine dönük baskı ve sömürü gerçekliğinin karmaşık bir siyasal ve kültürel görüşler ağıyla birbirine geçmesi bulunmaktadır. Bu sadece yerli halklar adına bir mücadele değildir –Lacandon Ormanları’ndan Birinci Deklarasyon’a yakından baktığımızda, yerlilere dönük tek bir atıf bile bulamayız– EZLN’nin mücadelesi daha geniştir, “Meksika halkı için”dir.
Sömürgeciliğe ve işgale karşı mücadeleler, Meksika’yı özgür, bağımsız ve egemen bir ulus yapmaya dönük mücadeleler ve emperyalist aşamadaki kapitalizme karşı verilen mücadeleler, dünyayı sarsan ve –bugün bile– büyük sempatiye mazhar olan yerli isyanının tarihi anlamıdır.
Bu nedenle EZLN, adil ve hakkaniyetli bir kalkınmayı mümkün kılacak bir ulusal kurtuluş çağrısında bulunan bir hareket olarak da anlaşılabilir. Ancak EZLN’nin mücadelesi aynı zamanda, ülkeyi 70 yıldan fazla yöneten ve şu anda da hükümeti destekleyen “tek-parti diktatörlüğü”ne bir son vererek Meksika’yı demokratik bir ulus haline getirmek içindir.
Yeni-Zapatistalar hakkında yeni olan pek çok şey mevcut. Biz bunlardan sadece birinden, oldukça önemli olan birinden bahsedeceğiz. EZLN’nin mücadelesi, silahlı isyanların yaşandığı Latin Amerika’daki ve dünyadaki diğer ülkelerde olduğu gibi, devlet iktidarını ele geçirerek, ardından sosyalist ya da komünist bir rejim kurmaktan ibaret değildir. Aksine, EZLN’nin baştaki talepleri, insanca bir yaşamın sağlanması için asgari ihtiyaçlara –“iş, toprak, barınak, gıda, sağlık, eğitim, bağımsızlık, özgürlük, demokrasi, adalet ve barış”– ilişkindir.
Bu açıdan bakıldığında, EZLN’nin bir sentez, bir dizi toplumsal talebi, mücadele geleneğini ve Meksika ve dünya tarihinden süzülen eleştiren düşünce akımlarını bir araya getirmeyi başaran bir sentez, bir toplumsal süreç olduğu söylenebilir; aynı zamanda EZLN kendi zamanına uygun yeni yaklaşımlar icat etmektedir. Bu nedenlerle, kuruluşundan kırka yakın yıl, kendini ilk kez göstermesinden otuza yakın yıl sonra, tarihi yeniden ve yeniden inşa ettiği yoğun ve çeşitli süreçlerin ardından bugün, dünyanın dört bir yanında Zapatistaları destekleyen sayısız kişi bulunuyor.
Notlar:
Birinci Bölüm
[1] Galeano, E. (1995) “El desafío. Mensaje enviado al Segundo Diálogo de la Sociedad Civil”. En Clajadep, Red de divulgación e intercambios sobre autonomía y poder popular (“The Defiance. Message sent to the Second Dialogue with Civil Society”).
[2] An earlier version of this section was published in 2012 in the digital newspaper Rebelión. The version published here contains new items.
[3] Hobsbawm, E. (1995) The age of extremes: The short twentieth century, 1914-1991. London: Abacus.
[4] Castellanos, L. (2008) México armado 1943-1981. México: Ediciones Era, s. 244.
[5] Castellanos, L. (2008), op cit., s. 247.
[6] Cf. Morquecho, G. (2011) “La Garrapata en el Chuncerro, cuna del EZLN” (“The Tick in el Chuncerro, cradle of the EZLN”). [Online; Spanish only]. In: Latin American Information Agency, 15 Kasım. Available at: http://alainet.org/active/50889&lang=es[Erişim tarihi: 13 Kasım 2012].
[7] Le Bot, Y. (1997) Subcomandante Marcos. El sueño zapatista. Entrevistas con el Subcomandante Marcos, el mayor Moisés y el comandante Tacho, del Ejercito Zapatista de Liberación Nacional (Subcomandante Marcos. The Zapatista dream: Interviews with Subcomandante Marcos, Major Moisés and Comandante Tacho, from the Zapatista Army of National Liberation). México: Plaza & Janés, s. 123.
[8] A.g.e., s. 137-138.
[9] A.g.e., s. 151.
İkinci Bölüm
[1] SCI Marcos (2002) “Rendirse no existe en lengua verdadera”. En Relatos del Viejo Antonio. México: Centro de Información y Análisis de Chiapas, pp. 25-26 (“Giving up does not exist in the true language.” In Tales of Old Antonio.)
[2] Scott, J. (1990) Domination and the Arts of Resistance: Hidden Transcripts. Yale University Press, 1990.
[3] A.g.e., s. 184.
[4] García de León, A. (2002) Resistencia y utopía. Memorial de agravios y crónica de revueltas y profecías acaecidas en la provincia de Chiapas durante los últimos quinientos años de su historia. (Resistance and Utopia. Memorial of grievances and chronicle of revolts and prophecies occurring in the province of Chiapas during the last five hundred years of its history.) Mexico, Ediciones Era.
[5] Tzvetan Todorov, The Conquest of America, trans. Richard Howard, Londra: Harper Perennial, 1992, s. 5.
[6] Gonzalez Casanova, P. (2009) “Causas de la rebelión en Chiapas”. En De la sociología del poder a la sociología de la explotación: Pensar América Latina en el siglo XXI (Causes of the rebellion in Chiapas.” In: From the Sociology of power to the sociology of exploitation: Thinking Latin American in the XXI century. Anthology.) Colombia: CLACSO/Siglo del Hombre Editores, s. 266.
Üçüncü Bölüm
[1] Hinkerlammert, F. (1995) “Teología de la Liberación en el contexto Económico-Social de América Latina: economía y teología o la irracionalidad de lo racionalizado” (“Liberation Theology in the Social – Economic context of Latin America: economy and theology or irrationality of the rationalized.”) [Çevrimiçi] Revista Pasos, no. 5, s.2. Erişim: http://dei-cr.org/uploaded/content/publicacione/910040863.pdf [Erişim tarihi: 15 Ekim 2012]
[2] Concha, M. (1988) “Las comunidades eclesiales de base y el movimiento popular” (“The ecclesial communities and the popular movement.”) [Çevrimiçi] Dialéctica Dergisi, no. 19 Temmuz, s.159, http://148.206.53.230/revistasuam/dialectica/include/getdoc.php?id=344&article=365&mode=pdf [Erişim tarihi: 3 Kasım 2012]
kaynak: upsidedownworld / çevirgen: soner torlak