popkült

freddie mercury rock erilliğini nasıl yeniden tanımladı // tayla kruger

24 Kasım 1991’de müzik tarihinin en sıra dışı isimlerinden Freddie Mercury bildiğimiz dünyadan ayrılıp ışınlandı. Hakiki tosun paşa hasım yayın e-jurnal olarak Freddie’mizi onun üzerine güzel bir analiz yazısıyla anıyoruz. Freddie Mercury rock erilliğini nasıl yeniden tanımladı, bir bakalım bakalım…

Bu çeviriyi, e-dergimizin görünmez balarılarından ve Freddie’nin ruhunun en janti taşıyıcılarından Jehan Barbut kod adlı dostumuza bir doğumgünü jesti olarak fırlatıyoruz.

1970ler ve 1980lerin rock tanrısını tanımlarken kimsenin aklına Zanzibar doğumlu, Afrikalı ve Hintli köklere sahip renkli derili bir kuir gelmiyor olabilir.

Freddie Mercury, o dönemin ortaya çıkardığı öne çıkan rock&rollcuların pek çoğundan aşırı derecede farklı bir arka plana sahipti. O dönemin rock yıldızları, ideal olarak, başta Kaliforniya /Beach Boys), New York (Lou Reed), Florida (Jim Morrison) ya da Washington (Jimi Hendrix, Freddie’nin idolu) olmak üzere Amerikalıydı.

Beatles sayesinde Liverpool da bu listeye eklenebilir, ki bir diğer ikonik yıldız Mick Jagger Londra’dan selamını çakıyordu. Bu kişilerin pek çoğunun ortak özelliği, o dönemin rock müziğini özetleyen bir şekilde geleneksel ve ham erillik sergileyen beyaz ve heteroseksüel kişiler olmalarıydı.

Mercury’nin tarzı Queen’in sahne performansının temel bir bileşeniydi.

Mercury’nin tarzı Queen’in sahne performansının temel bir bileşeniydi.

Zanzibar’ın Stone Town şehrinde anne Jer ile baba Bomi’nin ilk oğulları olarak doğan ve Farrokh Bulsara ismi verilen Freddie Mercury açısından hayatının bu yöne girmesini sağlayan şeyler arasında şansın en son sırada olduğu söylenebilir.

Mercury’nin yaşamöyküsünde psikolojik danışman Cosmo Hallstrom şöyle diyordu: “Zanzibar Freddie gibi huzursuz bir ruha sahip bir kişilik açısından son derece kısıtlayıcı bir yer olacaktı.” Mercury’nin sonradan bir yıldız oluşuna bakıldığında, onun bu kültürel arka planının bir avantaj olduğu zannedilebilir. Bugünlerde bir sanatçının sahip olduğu kültürel ve müzikal miras ne denli melez ve karmaşıksa o kadar rağbet gören bir şeydir – fakat işler 1970lerde epey farklı işliyordu.

Ealing Sanat Okulu’ndan 1970lerin başında mezun olup da müzik işlerine yeni yeni başladığında, Freddie soyadını mahkeme kararıyla “Mercury” yaparak kendi kimliğini yarattı, kendini dünyaya sunma biçimine karar verdi ve hayatının bu erken yıllarında ileride büyük işler yapacağını sanki bildiğini göstermiş oldu.

Queen grubunun kurulduğu ve rahatsız edici bir şekilde öne çıkmaya başladığı ilk altı yılda, Freddie Mary Austin adında bir kadın ile uzun süreli bir ilişki yaşıyordu. Hayatının yollar, konserler, yeni insanlarla tanışmalar ve bir rock grubunun birinci kişisi olmanın anlamını deneyimleyerek geçmeye başlaması, Freddie’nin sonunda bütün hayatında sürekli reddetme halinde olduğu şeyin ne olduğunu fark etmesini sağladı: Erkeklerden hoşlanıyordu.

Eski BBC Radyo 1 sunucusu radyocu Paul Gambaccini’nin sözleriyle: “Kendini-gerçekleştirme süreci onun açısından çok önemli olacaktı. Freddie, erkeklerin erkekleri sevmesinin mümkün görülmediği, bu anlamda içten içe ne kadar işkence yaşarsanız yaşayın genel ahlaka uymaya çalışmak zorunda olduğunuz bir kültürden geliyordu. Bu yaygın görülen bir şeydi. Elton (John) bunu iki kez yaptı mesela. Bastırılmış bir arka plana sahip bir gey bireyin kendini keşfetmesine giden yol da, bir kız arkadaşın olduğu bir ara dönem sıklıkla yaşanır. Bu bazen ihtiyaçlarla ilgilidir, bazense kişi kendisinden bekleneni yapmayı denemektedir.”

Queen’in yaptığı müzik her ne kadar doğrudan glam rock tarzına dahil değilse de, başta Freddie olmak üzere grup bu müziğin görünüş tarzını benimsedi, ki grubun akıllara kazınan sahne giyimleri bugün bile ikonik görülmektedir. Glam rock, o dönemde pop kültür içindeki katı geleneksel toplumsal cinsiyet sınırlarını zorlamak konusunda büyük rol oynayan bir tarzdı. Glam rock, “kışkırtıcı giysiler giyen, makyaj yapan, sıradışı saç stillerine sahip, özellikle aşırı dar, çok renkli giysiler ve yüksek topuklu ayakkabılar giyen şarkıcı ve müzisyenlerin yaptığı müzik” olarak tanımlanıyordu.

Glam tarzı, ABD’de İngiltere’de olduğu kadar popüler olamayan şekilde 1970lerin başlarında bir fenomendi. Glam sanatçıları, tuhaf ve çift-cinsiyetli görünümlere bürünerek toplumsal cinsiyet gelenekleriyle kasıtlı bir şekilde oynuyorlardı. Glam, insanların son derece geleneksel ve muhafazakar görüşlere sahip olduğu ve toplumsal cinsiyet normlarına dönük bu türden girişimlerin terbiyesizlik ev ahlaksızlık olarak görüldüğü o dönemde, pop kültürün ilerici doğasını da gösteriyordu.

Bu akımın öncülerinden biri, kliplerinde, konserlerinde ve kişisel tarzında erillik ile dişillik arasındaki çizgileri belirsizleştiren bir toplumsal-cinsiyeti-belirsiz görünüş takınarak sınırları zorlamaktan korkmayan bir diğer kuir kişi David Bowie idi. Bowie, Ziggy Stardust adlı bir alter-ego yaratarak kendi cinsel kimliğini insani geleneğin tam anlamıyla dışında sunmayı başardı. Freddie Mercury ona büyük hayranlık besliyordu ve kendisini onunla ilişkilendirmişti; ki bu hisler karşılıklıydı – Bowie de Mercury’ye saygı duyuyordu ve ona hem sanatçı hem de kişilik olarak hayranlık besliyordu. Bu ikili nihayet Queen’in hit teklisi “Under Pressure” parçasında birlikte çalışacaktı.

Glam rock sahnesinin parçası olan diğer kayda değer sanatçılar, Elton John, New York Dolls, Iggy Pop ve Alice Cooper idi. Bunların bazıları Freddie’nin görerek geleneksel erilliği umursamadan davranmalarına hayran kaldığı sanatçılardı muhtemelen; aynı zamanda onun olmak istediği türden güçlü rock kişiliklerini sürdüren sanatçılardı. 1970lerde ifade özgürlüğünün bu türden sunumu, hiç kuşkusuz, Freddie Mercury’ye de çıkıp aynısını yapma ilhamı vermek açısından öncü bir rol oynayacaktı; tıpkı kendilerini toplumsal cinsiyet ikiliğinden muaf şekilde ifade eden sayısız kişisen ilham almaya devam edeceği gibi.,

1973 tarihli bir söyleşide, Mercury şu sözleri söyleyecekti: “İleriye gitmek konusunda kendimizden eminiz, çünkü Bowie ve (Marc) Bolan gibi insanlar tarafından her ne kadar bizim kampın imgesi kurulmuş olsa da, biz bunu bir başka düzeye taşıyoruz. Queen’in konsepti görkemli ve haşmetli olmak. Cazibe [Glamour] bizim bir parçamız ve birer züppe olmak istiyoruz. Hemen şok etmek ve kışkırtıcı olmak derdindeyiz.”

Freddie’nin vücuda sıkı sıkıya yapışan gyisileri, maskeleri, sentetik pantolonları ve pantolon askılarından oluşan sahne kostümleri onun teatralliğe dönük sevgisini de gösteriyordu – teatrallik, onun Queen’in sahne şovlarına her zaman katmaya çalıştığı şeydi zaten. Grubun bateristi Roger Taylor’ın bir söyleşide dile getirdiğine göre, Freddie’nin grupla ulaşmak istediği yegane amacı, insanların kafasını allak bullak etmek ya da onların “nefesini kesmek”ti.

İşte “I Want to Break Free” şakısının klibinde tam da bunu yapacaklardı.

“I Want to Break Free”nin klibi geleneksel toplumsal cinsiyete başkaldırısıyla ilkleri gerçekleştirmişti.

“I Want to Break Free”nin klibi geleneksel toplumsal cinsiyete başkaldırısıyla ilkleri gerçekleştirmişti.

I want to break free / I want to break free / I want to break free from your lies / You’re so self-satisfied, I don’t need you / I’ve got to break free / God knows / God knows I want to break free

[Kurtulmak istiyorum / Kurtulmak istiyorum / Yalanlarından kurtulmak istiyorum / Sen kendinden oldukça memnunsun, sana ihtiyacım yok / Kurtulup özgür olmak zorundayım / Tanrı biliyor / Tanrı biliyor kurtulmak istiyorum.]

Bu sözler, Queen’in en sevilen hit parçasının giriş sözleri. Şarkı sadece bir kült klasik olmakla ve on yıllar sonra bugün bile popülerliğini ve akılda kalıcılığını sürdürmekle kalmadı, LGBTQ topluluğu için bir marş haline de geldi. Bu klipte grup üyeleri, 1960ların farklı kadın görünümlerini alaya alıcı karikatürler olarak giyimleri ve tavırlarıyla sunuyorlardı. Aslında, daha ziyade İngiltere’de yaygın şekilde bilinen şekilde Coronation Street dizisinin tarzının bir parodisini sunuyordu.

Bu tek başına o dönemin nasıl bir dönem olduğunu ve bugüne kadar ne kadar muazzam bir değişim olduğunu göstermeye yeter – fakat yargılayıcı toplumsal iklim Freddie ya da Queen’in kendilerini ifade etmesine ve bir duyuru yapmak için müziklerini kullanmasına engel değildi.

Blog yazarı Juliette Roswell’in sözleriyle: “Freddie Mercury sadece sona ermiş bir ilişkinin acısından kurtulmaktan daha fazlası için söylüyordu şarkısını. Mercury, 1980lerin Britanyasının kısıtlamaları ve katı toplumsal değerlerine karşı söylüyordu. Toplumsal cinsiyetin ve cinselliğin hiçbir sınırının olmadığı, insanların olmak istedikleri şeyler için “özgür/kurtulmuş” olduğu bir dünya hayal ediyordu.

Bu klip sonrasında özellikle Mercury’ye karşı inanılmaz bir karşı tepki ortaya çıktı; ona edepsiz diyorlardı. Pek çok kişi de bunun – klipte grubun diğer üyeleri Roger, Brian ve John da kadın elbiseleri giyip, makyaj yapıp peruk takmışsa da – Freddie’nin aslında bir heteroseksüle olmadığının teyidi olduğunu düşünüyordu. Bunun olası sebebi, Freddie’nin “grubun yüzü” olmasıydı; ki bu da insanların öfkelerini grubun diğer üyelerine değil Freddie’ye yöneltmelerine yol açıyordu ya da Freddie’nin kendi cinsiyetini kamusal olarak hiçbir zaman kabul ya da reddetmiş olmamasıyla bu konunun medya açısından bir tür gri alan olarak kalması buna yol açmış olabilirdi. O dönemde toplumda güçlü köklere sahip içselleşmiş homofobi hayli yaygın bir olguydu ve geleneksel erilliğe ve heteronormativiteye dahil olmayan herkes cinsel tercihleri nedeniyle takibe uğruyordu.

Freddie Mercury o zamana kadar aslında kim olduğu ya da kimlere ilgi duyduğu konularında hiçbir resmi açıklamada bulunmadı; muhtemelen o dönemde bunu gerekli ya da yapılmaya değer bulmadı. Fakat bunun olası bir diğer nedeni, anlamadığı her şeyden nefret eden bir dünyada böyle yapmak konusunda kendisini güvende hissetmemesi de olabilir. Bir söyleşide, ona cinsiyetinin ne olduğu sorulduğunda şu cevabı verecekti: “Bir nergis çiçeği kadar geyim, tatlım.” Bu cevap her ne kadar ciddi bir yanıtın etrafından dolaşan kaygısız ve neşeli bir cevapsa da, bu açıklama ve tutumun LGBTQ topluluğunun bugün gibi pek de ilerleme kaydetmemiş olduğu bir dönemde verilmiş olduğunu söylemek gerek. Bir kamusal kişilik olarak açık gey olmak bir tabuydu, haber konusuydu ve hatta skandaldı.

Kimileri Freddie Mercury’nin Batı dünyasında LGBT bireylerin tanınması ve kabul edilmesine dönük ilk adımları atmak konusunda büyük bir rol oynadığını ve önceleri korku içinde yaşamakta olan bir insan grubuna görünürlük kazandırmaya dönük bir tartışmanın fitilini ateşlediğini de söylemektedir.

1978 yılında sosyolog Simon Firth ve Angela McRobbie “Rock ve Cinsiyet” başlıklı teorik makalelerini yayımladılar. Yazarlar “rock müziğin ifade ettiği bir çeşit ‘doğal cinsiyet’in olduğu” şeklindeki yaygın düşünceye karşı çıkarak “rock müziğin yaptığı en önemli ideolojik iş, cinselliğin inşasıdır” önermesinde bulundular.

Freddie Mercury’nin yıllar boyunca cinsiyet konularından bahsedene kadar içten içe mücadele etmiş olduğunu bilmek, Queen’in şarkılarına da farklı bir ışık altında bakabilmeyi sağlıyor aslında. Bu durum, bildiğimiz ev sevdiğimiz şarkı sözlerine bir başka anlam düzeyi de ekliyor.

Queen’in en popüler şarkılarından “Bohemian Rhapsody”ye bir bakarsak, ilk dinlemede şarkı sadece sanatsal beceriye dayanarak yazılan akılda kalıcı bir rock parçası olarak görülebilir; fakat şarkı sözlerine Freddie’nin kendi yolculuğunu da düşünerek daha eleştirel bir bakış attığımızda ise sözler çok daha ağır çeker hale gelmektedir.

Yazar Sergio Perez bu şarkının sözlerini ayrıntısıyla inceleyerek şunları söylemektedir: “Freddie bir adamı nasıl öldürdüğünden bahsediyor. Bu sözlerdeki öldürülen adam bir zamanlarki kendisi, gey olduğunu gizleyen adam. Artık ise o kimliğe sahip olan kendisinden kurtuluyor ve o adamken sahip olduğu her şeyin elinden uçup gitmesine ağıt yakıyor. Bu sözleri annesine hitaben söylüyor, annesinin kendisini olduğu haliyle kabul edemeyeceğini düşünüyor ve ona ‘sanki başka hiçbir şeyin önemi yokmuşçasına’ o adamsız yola devam etmesi gerektiğini anlatıyor.”

“Bohemian Rhapsody”nin sonuna doğru, Mercury muzaffer bir şekilde başkalarının kendisini taşlamasına ya da ölüme ter etmesine nasıl izin vermediğini anlatıyor; ki bu da onun olduğu kişi ile artık huzurlu olduğu ve kendisi için ayağa kalktığı, başkalarının kimliği yüzünden kendisini yargılamasına izin vermediği anlamına geliyor ve kendisini kabul etmeyen herhangi biriyle hiçbir ilişkisinin kalmayacağını açıkça söylüyor. Bu sözler, pek çok kişi, özellikle de LGBTQ topluluğuna dahil bireyler açısından bir yerlere dokunuyor.

Heteronormativite, kuir ya da trans bireyler açısından bir görünmez kısıtlamadır, hetero erkekler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda yaratılmış olan ataerkil sistemde normal olarak kabul edilen şeyin dışında yaşamakta oldukları için onların kendilerini toplumsal açıdan “sapkın” olarak hissetmesini sağlamaya çalışır.

Sosyolog Gayle Rubin’in bu konu üzerine yaptığı araştırma, heteronormativitenin ataerkil toplumsal cinsiyet ikiliğini sürdürmek adına nasıl işlediğine bakmaktadır. “Heteronormatif bir toplumun beklentileri ile çelişen” bir hayat yaşamış olan Freddie Mercury gibi bir kişiyi ele alırken heteronormativiteyi kavramak özellikle önemlidir.

Freddie Mercury bütün saldırılara karşı bütün yüreğiyle kendi özgün benliğini dışa vurmayı tercih etti.

Freddie Mercury bütün saldırılara karşı bütün yüreğiyle kendi özgün benliğini dışa vurmayı tercih etti.

Bugün bile bazı insanların, başkalarının onları nasıl algılayacağından ya da tepki göstereceğinden korkarak kendi kişiliklerinin katı bir toplumsal cinsiyet ikiliği ile çelişen ya da buna uymayan kısımlarını ortaya koymak konusunda çekiniyor oldukları düşünüldüğünde, bu durum, Freddie Mercury’nin böyle şeylerin çok daha risk içerdiği 1970ler ve 1980ler gibi bir zamanda normu reddetmek konusundaki cesaretini de göstermektedir.

Freddie Mercury, doğaüstü bir gösteri becerisine, dört tam oktavlık inanılmaz bir ses yelpazesine sahip bir adamdı – ki bir grup bilim insanı yakın zaman önce onun aslında rock müzikteki en kalifiye vokal olduğunu ispatlayan bir analiz de yayınladılar. Fakat kendisinin dünyaya sunduğu versiyonu destansıydı. Freddie’nin yakın çevresinin söylediğine göre, kapalı kapılar ardında bambaşka bir insandı – kedileriyle evde zaman geçirirken mütevazı, sessiz ve çok mutlu biriydi. Sahneye adımını attığında ise dünyanın gıptayla izlediği o dokunulmaz tanrısallığa bürünüyordu.

Freddie Mercury, kabul edilebilir olana uymak adına bir erillik görünümü takınabilirdi, insanların eleştiri ve saldırılarından kaçınmak adına ihtişamının dozunu azaltabilirdi, fakat o bütün bunlara karşı bütün yüreğiyle kendi özgün benliğini dışa vurmayı tercih etti.

Yeryüzünde olduğu sürede hepimizin miras alabileceği şey de budur; kimse normal olarak kabul edilen sınırlayıcı kalıplara uymadığı için utanmasın! Freddie’nin yaşamı kısa sürmüş olabilir, fakat kendini kabullenme ve farklılıklarını kendi lehine kullanma açısından bıraktığı kendine özgü miras, geleneksel erilliğe yönelik başkaldırısıyla birlikte her zaman hayranlarının kalplerinde atıyor olacak.

kaynak: artefact magazine / çevirgen: kromozom #0

Gönder gitsin