popkült

kültürel hegemonya savaşında “satır sezonu” açıldı! // sevil ainsley

gün geçmiyor ki üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla ve her dakikası kültürel hegemonya savaşıyla çevrili şirin ülkeciğimizde yeni bir kalçırıl cenk haberiyle yerimizden hoplamayalım… fakat bu topraklarda belirli bir süre yaşamış olan her vatandaşın bunu artık bir tür vakayı adiyeden saydığını söylemek de yanlış olmaz. özetle, kültürel hegemonya savaşında “satır sezonu” açıldı! hayırlı olsun!

Mevzuyu biliyorsunuz: Sezen Aksu yıllar önce yazdığı bir şarkıda geçen Ademli Havvalı sözler üzerinden devlet düzeyinde de güçlü şekilde desteklenen bir linçe maruz kalıyor. Kültürel hegemonyanın devletlû tarafındaki hassas kindar-kapitalist klikler arka arkaya gol yedikleri kültürel hegemonya savaşında güçlü bir manevrayla psikolojik üstünlüğü ele geçirmeye çalışıyorlar. Fakat Sezen Aksu’yu bahane eden bu kontratağın, meseleyi daha ciddi hale getiren şekilde, bu savaş türünün kontradieff dalgasına denk gelmesi pek iyi bir haber değil. Özetle, cehenneme hoş geldiniz, zira artık belli ki “satır sezonu”ndayız.

Sadece şirin ülkeciğimizde değil, bütün dünyada iktidar partisi ile devletin kaynaştığı ya da bütünleştiği konjonktürlerde kültürel hegemonya savaşında dönem dönem satırların çekildiğini görüyoruz aslında. Tarihte böyleydi, bugün de böyle… Şirin ülkeciğimizin sınırları içinde konuşmaya dönersek, bu topraklarda bugüne kadar kimlerin kimlerin dillerinin koparıldığını bilmiyor değiliz. Ermenilerin, Süryanilerin, Kürtlerin, Alevilerin, bütün bu “azınlık” (ne demekse?) toplulukların müzisyenlerinin, gazetecilerinin, kanaat önderlerinin vb.

Kültür savaşının kontradieff dalgaları

Kültürel hegemonya savaşında devlet, kontradieff dalgasının düşük düzeyde seyrettiği konjonktürlerde kültür bakanlığı fonları, örtülü ödenekler, belediye bütçeleri, devletlû businessmanlerin çuval çuval maddi desteklerine dayanarak resmi ideolojik söylem ile uyumlu hegemonik kültürel akımlar, kurumlar, kişilikler icat etmeye çalışır ve bir yandan da empati, hoşgörü, bir arada yaşama, ortak kültür, cami cemevi, kürtçe trt gibi “yumuşak güç” diliyle konuşur… Kültürel hegemonyanın bir türlü sağlanamaması ile giderek artan gerilimin yükselttiği kontradieff dalgasının tepe noktasını görmesiyle ise “satır sezonu”na geçer.

Geçmişte satır sezonlarında yaşananları kolayca ve hızlıca hatırlamak mümkündür: Tarih kadar eski olmakla birlikte Osmanlı’daki bektaşı-alevi kıyımlarından başlayarak Dersim kırımı, Kürtçe yasakları, Alevi katliamları, gazeteci infazlarına kadar uzanan bir liste var elimizde. Son mevzuya benzerlik açısından ise Ahmet Kaya’nın linç edilişini ve Ezhel’in hapse atılıp bir tür sürgüne zorlanmasını örnek verebiliriz. Fakat buradaki durum daha çok Ahmet Kaya “olay”ının merkezinde olduğu satır sezonunun başlangıcını andırıyor. Ezhel ise kontradieff dalgasının henüz tepe noktayı görmemiş olduğu bir uğrakta hedef alındığı için, nasıl diyelim, “ucuz kurtardı.” Şirin ülkeciğimizin tarihinde kontradieff dalgasının tepe noktasında olduğu satır sezonlarında kimlerin dili koparılmadı ki: Krikor Zohrab, Diran Kelegyan, İştirakçi Hilmi, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Hrant Dink…

Kültürel hegemonya savaşındaki satır sezonunu diğer siyasi polisiye operasyonlardan ayıran şey, siyasi denklemde yer tutan belirli bir partinin/grubun/tarafın tasfiyesinden ve dolayısıyla iktidar ilişkilerinin yeniden tanzim edilmesinden farklı oluşu kuşkusuz. Fakat “kültür” denilen “şey”, birden fazla neslin bütün bir hafızasını oluşturacak zemini sunuyor oluşu açısından devletler için toplum mühendisliği adı verilen habis uğraşın en büyük hedefidir. Bu anlamda, kültürel hegemonyaya dönük yapılan ve aslında alttan alta oldukça kanlı işleyen devletlû ataklar, özellikle de “satır sezonu”na denk gelen dönemlerde ciddi toplumsal-kültürel travmalar yaratırlar, her zaman.

Yetmez-ama-evet-ama-yetmez-ama-evet-ama-yetmez’ciler

Sezen Aksu üzerinden gerçekleştirilen bu güçlü devletlû kontratağa diğer ana akım kültürel blok (nam-ı diğer “sol-anaplılar”) tarafından verilen yanıtlar ise yine içler acısı. Sezen Aksu’nun yetmez-ama-evet’çiliğini hatırlatıp “biz demiştik bacım, İslamcıların kayığına binmeyecektin” yollu konuşanlar ile daha birkaç yıl önce seküler mahalleden milyonlarca insanı kim olduğunu bile bilmedikleri Ekmeleddin İhsanoğlu adlı bir adama oy verdirenler aynı kişiler. Bu anlamda, şimdilik-muhalif sol-anaplıların yetmez-ama-evet’çiliği Sezen Aksu’nunkinden daha güncel. Hele buna bir de hükümet olabilmek adına mevcut iktidar partisinin kurucuları dahil yarısını halihazırda transfer etmiş oldukları düşünüldüğünde, insanın içinden bu tayfaya peker stayla bir “laaan bırak!” diyesi geliyor.

İşin daha önemli tarafı, Sezen Aksu’ya yapılan saldırı dediğimiz gibi hem daha büyük bir dalganın habercisi hem de bambaşka bir hedefe sahip. Kültürel hegemonya savaşında sol-anaplı ana akımın Sun Tzu’yu mezarında ters döndürecek savunma manevraları, futbolda barajı serbest vuruşu kullanacak rakip oyuncunun önüne değil arkasına kurmaya benziyor. Golü yedikten sonra canhıraş bir şekilde (mecburi) takım arkadaşlarını bağıra çağıra fırçalamaları da cabası. Can sıkıcı. Can sıkıcı yani. Neyse.

Sezen Aksu’nun “yalıda oturup viskisini içen ve alengirli komplolar planlayan monşer” tipolojisine kısmi uygunluğu (en azından yalıda oturuyor ve viski içiyor, yani içiyordur muhtemelen) her ne kadar iktidarın sıkça kullandığı kültürel ayrıştırma teknolojilerinin işini kolaylaştırıyor gibi görünüyorsa da, linç etmeye kalkışılan kişinin “Sezen Aksu” olması bu satırlı atağın sonucunu biraz belirsiz de kılmıyor değil. Tırnaklardan kasıt şu: Sezen Aksu, bu ülkenin en az dört kuşağının kolektif bilinçaltında güçlü bir yer edinmiş bir karakter. Ahmet Kaya gibi. Bu açıdan, iktidarın satırlı atağında işlerin birden değişip bütün Sezen şarkılarının direniş marşına dönüşmesi ihtimali var, az da olsa var.

Gönder gitsin