ciddimevzu

Diktatörlüğe giderken: İtalyanların öyküsü // Sheri Berman

Birinci Dünya Savaşı sonrasında diğer Avrupa ülkelerinde yaşanan olaylar İtalya’da da görülüyordu; yalnızca daha hızlı bir gidişatla ve daha trajik bir sonuçla kendini gösterdi. Fransa’da ve Almanya’da olduğu gibi, İtalyan sosyalistleri de Birinci Dünya Savaşı’ndan en güçlü siyasi parti olarak çıktı. Savaş sonrası dönemin siyasi, toplumsal ve ekonomik çalkantıları dahi, Rus Devrimi tarafından daha radikal hale gelen ve burjuva kurumları için küçümseyici tavrını açıkça koruyan PSI’nın uyuşmaz tavrını sarsamadı; çalkantı yalnızca egemen düzenin çöküşünü bekleyenlerin elini güçlendirdi.

olmuştu: Ekim’in yirmi yedisinde, mevcut hükûmet istifa etti ve 29 Ekim’de Kral, kabineyi kurması için Mussolini’yi saraya davet etti. Faşizm İtalya’da iktidara geliyordu.

Hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Mussolini’nin yükselişinin ardından, PSI (ve özellikle de Maksimalistler) yoğun eleştirilere maruz kaldılar. Eleştirmenler, sosyalizmin eski durumuna kavuşması için, daha iyi bir dünyanın kolayca oluşturulamayacağının farkına varmak zorunda olduklarını, ancak, ayrıca, bunun için savaşmak ve kazanmak zorunda olduklarını dile getiriyorlardı. Bu yöndeki en ünlü çağrı Gramsci’den geldi. Gramsci’nin determinizm ve Ortodoks Marksizm’in ekonomizmi için çok az sabrı vardı ve ekonomik krizlerin otomatikman genişleyen bir politik değişime yol açacağı yönündeki saf bakış açısı ekseninde, Marksizm’in “’daha kötüsü daha iyidir’ okuluna hararetli bir şekilde saldırdı. Gerçek devrimciler, tarihi değiştirmeyi kendi tasarruflarına alanlardı. Ve Ortodoks Marksizm’den uzaklaşan diğerleri gibi, Gramsci de gelecek için savaşmanın yalnızca ekonomik dairede değil, bunun yanında siyasi, kültürel ve ideolojik alanlarda da yürütülmesi gerektiği düşüncesi üzerinde ısrarla durdu. Ortaya koyulan bu bakış açılarıi Gramsci’nin erken dönemde Mussolini’ye vurulmasını ve Lenin ile Bolşevik devrimini desteklemesini açıklar.

PSI Maksimalistlerinin en ünlü ve etklili demokratik revizyonist eleştirmeni Carlo Rosselli’ydi. Tıpkı Gramsci gibi, Rosselli de sosyalist hareketi öldürdüğüne inandığı ekonomik ve deterministik Marksizm’e alternatif bir yol bulmaya adamıştı, ancak diğer ünlü yurttaşından farklı olarak hem demokrasiye hem de liberalizme inanıyordu. Aslında en önemli çalışması “Liberal Sosyalizm” adını taşıyordu ve yeni bir sol vizyon yaratmak için demokratik revizyonizm bağlamındaki klasik temalarından yararlanıyordu.

Rosselli’nin sosyalist hareket hakkındaki eleştirileri şaşırtıcıydı. “Günümüz sosyalistlerinin en büyük zayıflığı”, diye yazıyordu, “açıkça, gerçekliğin evrimine gösterdikleri net direişte yatmaktadır; bu yolda, ideal toplum formlarını açıklamaya çalışırlarken bile, daima modası geçmiş olgusal durumlara başvuruyorlar; gerçeklikle pek az ilişkisi bulunan bu eski, tükenmiş argümanların modern ekonomik yaşamdaki karşılığı oldukça sınırlıdır.” Değişen koşullara ayak uydurmaya yönelik bu isteksizliğin, Ortodoks Marksizm’in bir sonucu olduğunu ileri sürüyordu. Tarihsel materyalizm, diyordu, sosyalist harekete “hiçbir” gerçek katkı ve önderlik yapamayarak, ne kadar kullanışsız olduğunu kanıtladı. O hâlde amaç, sosyalizmi Marksizm’in ekonomik ve deterministik fantezilerinden kurtarmak olmalıdır: “Sağ ve solun bütün revizyonizmi” –Almanya’da Bernstein’ın, Fransa’da Jaures ve Sorel’in, İtalya’da Labriola’nın revizyonizmi- “aslında bütünüyle Marksist sistem içinde işçi hareketinin iyimserliği ve iradesi için bir alan yaratma çabası olarak nitelendirilebilir.”

Rosselli’nin, işçilerin ve diğerlerinin, daha iyi bir dünya için mücadele etmeye teşvik edilmek zorunda olduklarına dair farkındalığı, Sorel’İn mitler ve mistisizm üzerine yaptığı vurguyu takdir etmesine yol açtı, ancak bunun yanı sıra “ruhun”, adalet, özgürlük ve ortak iyi doğrultusundaki çağrılarla “uyandırılabileceğine” inanıyordu. Rosselli’nin bu değerlere olan bağlılığı –ve Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllardaki diktatörlük tecrübesi– liberalizmin birçok boyutuna saygı göstermesine yol açtı. Bernstein’a benzer biçimde, liberalizm ve sosyalizmin en iyi şekillerini “bir araya getirmek” istiyordu ve sosyalizmi, liberalizmin halefi olarak görüyordu:

Sosyalizm, özgürlük prensibinin aşırı sonuçlarına doğru çekilmiş mantıksal gelişiminden başka bir şey değildir. Sosyalizm, temel noktaları üzerinden anlaşıldığında ve sonuçları bağlamında değerlendirildiğinde –proletaryanın kurtuluşu için somut bir hareket olarak– pratikte liberalizmdir; Bu, yoksul insanların hayatına giren özgürlük anlamına gelir. Sosyalizm şöyle der: Herkes için olmak üzere vicdan hürriyetinin ve politik özgürlüklerin soyut teşhisi, gerçi siyaset teorisinin gelişimindeki asli bir anı temsil edebilir ama, (doğumun ve ahlaki, maddi yoksulluk içindeki çevresel koşulların bir sonucu olarak yaşamaya zorlanan) insanların çoğunluğu onun önemini takdir etme olanağından mahrum bırakıldıkları ve avantajını kullanamadıkları durumda, oldukça sınırlı bir değerin konusudur. Asgari bir ekonomik özerkliğin desteği ve eşliği olmaksızın, baskı unsuru konumundaki maddi gerekliliğin zincirinden kurtulmaksızın, özgürlük birey için var olamaz; o yalnızca bir fantezidir.

Dolayısıyla Rosselli liberalizmin ekonomik ve politik kollarını ayırmayı önerdi – deyiş yerindeyse liberalizmi serbest pazarla olan rabıtasından “özgürleştirmeyi”. “Burjuva siyasetleri ve liberal serbest piyasa siyasetleri bir ve aynı şeyken” zaman akmaya devam etti. “Ekonomik özgürlükçülük prensipleriyle kurduğu dogmatik bağlarıyla… liberalizmin dinamik ruhunu özel bir toplumsal sistemin geçici unsuru olmaktan alıkoydu.” Liberalizmin zayıflatıldığını ve mevcut iyi gidişattan yararlanan bir sisteme dönüştüğünü ileri sürüyordu. Sosyalizmin tasarısı, liberalizmin devrimci gücünü tam anlamıyla kullanmaktı:

Özgürlük adına, etkin tasarrufunun yalnızca imtiyazlı bir azınlık tarafından değil, herkes tarafından meydana getirilmesi amacıyla, sosyalistler burjuva imtiyazının sona ereceğini ve özgürlüklerin etkin genişlemesinin burjuvaziden herkese doğru gerçekleşeceğini varsayarlar. Özgürlük adına, servetin daha adil bir dağılımını ve herkes için yaşamaya değer bir hayatın otomatikman teminat altına alınmasını talep ederler… Toplumsal yaşama kişisel yararlılığın bencil kritiğinin değil, ortak iyinin, toplumsal kriterinin rehberlik etmesini isterler… Sonuç itibarıyla sosyalist hareket, liberalizmin nesnel varisidir: Özgürlüğe ilişkin dinamik fikri, gerçekleşmeye doğru tarihsel değişim içinde ileriye doğru taşır. Liberalizm ve sosyalizm, modası geçmiş polemiklerle belirlenen bir tarzda, birbirine muhalefet eden hareketler olmaktan ziyade, içsel bir bağ ile bağlıdırlar. Liberalizm, ilhamın ideal gücüyken sosyalizm, gerçekleştirmenin pratik gücüdür.

Rosselli, revizyonistler için, hareketlerinin yol açtığı mantıklı sonucun, sosyalizmin Marksizm’den ayrılması” olduğunun farkına varmanın zamanı geldiğini öne sürdü. Bu trendi sağlamlaştırmak adına Rosselli, sosyalistlerin, yeni bir teorik temellendirmenin yanında yeni pratik politikalara ihtiyaçları olduğu görüşü üzerinde ısrarla durdu. Söz gelimi, sosyalizmin sınıf mücadelesi ve proleter saflık üzerindeki geleneksel vurgusundan vazgeçmesini ve bunun yerine ortak iyiye odaklanmasını destekledi. Ayrıca sosyalistlerin, “milliyetçi olarak nitelendirilen partilerin vatanseverlik üzerindeki saçma tekelini” kırmaları yönünde teşvik etti. Rosselli; Bernstein, Jaures ve bir nesil önceki diğer revizyonistler tarafından dile getirilen hassasiyetler bağlamında şu iddiayı gündeme getirdi:

Sosyalizmin öncülleri tarafından millî değerlerin peşinen reddi, o derin bayağılığa ve kitleler üzerinde oluşturulan baskıya karşı doğal bir tepkiydi. Günümüzde, en gelişmiş ülkelerdeki kitlelere politik haklar bakımından eşitlik sunulmuşken ve kendilerini, bunun yanında kendi maddi ve ideal kaygılarını kamusal yaşamda hissettirmenin kesinlikle güçlü yollarını bulurlarken, anavatanı reddeden ve hatta yeren modası geçmiş enternasyonalizm mantık dışıdır, hatalı bir yoldur; Marksist fetiş yüzünden sosyalist partilere vurulan zincir ve kelepçedir.

Bu büyük ve komünitaryen itirazın yanı sıra, Rosselli sosyalistlerin kapitalizmi kontrol altına almak için çalışmaya ihtiyaçları olduğuna inanıyordu ve şunları yazıyordu: “Kapitalizmin hegemonyasından vazgeçmesi ve giderek kamu kurumlarına yönelik sınırlamaları ve müdahaleleri kabul etmesi, böylelikle de talepleri tatmin etme prensibinin kâr amacından önce geldiği düzenlenmiş ekonominin çeşitli formlarının ortaya çıkması muhtemeldir.”

Kısacası, sosyalizmin İtalya’da çöküşüne yönelik mevcut zemine karşı, Rosselli sol için yeni bir vizyon ve program geliştirmeye başladı. Bu vizyon ve program, sosyalizmin yalnızca daha yüksek bir iyi elde etmek için motive olmuş insanların aktif, ortak çabalarının sonunda ortaya çıkabileceği inancına dayanıyordu. Ve savaş öncesi aynı safı tutan diğerlerinin aksine, Rosselli’nin ana akım sosyalist harekete bağlılığı tamir etmenin ötesinde yıpratıcıydı. Zira durum, Marksizm’den kesin bir kopuşun vaktinin geldiğine yönelik bir farkındalığa yol açmıştı. Diğer Avrupa uluslarındaki sol, İtalya Cumhuriyeti’nin çöküşünü izleyen yıllarda tökezlerken, Rosselli’nin eleştirileri ve çıkarımları, kıta çapındaki sayıları gitgide artan sosyalistler tarafından desteklenebilirdi.

kaynak: the primacy of politics ,“from revisionism to social democracy” / çevirgen: soner torlak

Gönder gitsin