ciddimevzu

Halk eğitiminin yarım yüzyılı // Raúl Zibechi

Freire, muhtemelen Sovyet sürecinin sınırlarını aşmaya çabalaması nedeniyle, devrimciler arasındaki ve devrimciler ile halklar arasındaki güç ilişkilerini dönüştürmenin derdindeydi (bu arada, “devrim” sözcüğü Ezilenlerin Pedagojisi’nde en fazla kullanılan sözcüklerden biridir). Freire’nin yöntemsel önermeleri, ezilenlerin bilgisine onu akademik bilginin altında bir şey olarak görmeyen bir hiyerarşi atfederek, ezilenlerin özgüvenin güçlendirme niyetindeydi. Freire, eğiticiler ile eğitim alanlar arasındaki ve öğrenciler ile nesneler arasındaki mesafeleri ve hiyerarşileri, halk kesimlerinin örgütlenmesinden yararlanmak açısından muazzam bir kullanışlılık sunan çalışma yöntemleri ile birlikte ortadan kaldırmayı öneriyordu.

“1968 dünya devrimi”ne (Immanuel Wallerstein tarafından icat edilmiş olan bir kavram) ışık tutan çeşitli yaratımlar arasında, halk eğitimi, eğitim sanatını, özellikle de sistem karşıtı hareketlerin bağrındaki eğitim sanatını tasarlama ve uygulama biçimlerimizi derinlemesine değiştirmiş olması nedeniyle, en aşkın yaratımlardan biridir.

1967 yılında Paulo Freire “Özgürlüğün Uygulaması Olarak Eğitim” (La educación como práctica de la libertad) adlı ilk kitabını yayımladı ve 1968’de de 1970’te yayımlanacak olan “Ezilenlerin Pedagojisi”nin (Pedagogía del oprimido) elyazmalarını tamamladı. Ezilenlerin Pedagojisi, pek çok nesli etkiledi ve bir kuramsal metin için sıra dışı olacak şekilde satış sayısı 750 bin gibi astronomik bir sayıya ulaştı. 1970’li yıllardan itibaren, Freire’nin çalışmaları, onun pedagojik önerilerini kendi militanlarının ezilen halklar arasında gerçekleştirdiği siyasi çalışmayı derinleştirmenin bir biçimi olarak benimseyen hareketler içinde tartışıldı.

Freire’nin ilkesel endişelerinden biri, o yıllarda hakim olan öncücülüğün üstesinden gelmek ile ilişkiliydi. Freire, gerçekliğin dönüştürülmesi için, halk için değil halkla birlikte çalışmamız gerektiği düşüncesini ve insandışılaştırmanın ve baskının içselleştirilmesinin üstesinden gelmenin sadece propaganda ve genel ve soyut söylemler ile imkansız olduğunu savunuyordu.

Freire’nin çalışması, böylelikle, Sovyetler Birliği’nin deneyiminden miras alınan başlıca sorunlar ile uyumluydu fakat gerillaların Küba Devrimi’nin etkisi altında doğan çalışma yöntemlerini de eleştirel olarak ele alıyordu. 1960’lı ve 1970’li yılların militanlar kuşağının neredeyse tamamı, (yerli halklar ve Afrika kökenli kölelerin soyundan gelenler de dahil) halk kesimlerinin çıkarlarını temsil edebildiğimize fazlasıyla ikna olmuş durumdaydı fakat onların çıkarlarına ilişkin yine onlara danışmak aklımıza gelmedi ve onların halklar olarak stratejileri konusunda onlara danışmak aklımıza neredeyse hiç gelmedi.

Ben, halk eğitiminin, 1968 devriminin atmosferi sahilinde doğan kurtuluşçu düşüncenin ve eylemin temel akımlarından biri olduğu düşüncesindeyim. Hareketlerin önemli bir kısmı, sadece benimsedikleri eğitim uygulamaları ve pedagojilerinde değil fakat özellikle örgütlerin bağrındaki çalışma yöntemleri dahilinde halk eğitimi ile ilişkiliydiler.

Freire, muhtemelen Sovyet sürecinin sınırlarını aşmaya çabalaması nedeniyle, devrimciler arasındaki ve devrimciler ile halklar arasındaki güç ilişkilerini dönüştürmenin derdindeydi (bu arada, “devrim” sözcüğü Ezilenlerin Pedagojisi’nde en fazla kullanılan sözcüklerden biridir). Freire’nin yöntemsel önermeleri, ezilenlerin bilgisine onu akademik bilginin altında bir şey olarak görmeyen bir hiyerarşi atfederek, ezilenlerin özgüvenin güçlendirme niyetindeydi. Freire, eğiticiler ile eğitim alanlar arasındaki ve öğrenciler ile nesneler arasındaki mesafeleri ve hiyerarşileri, halk kesimlerinin örgütlenmesinden yararlanmak açısından muazzam bir kullanışlılık sunan çalışma yöntemleri ile birlikte ortadan kaldırmayı öneriyordu.

Halk eğitiminin çalışma biçimleri sayesinde, ezilenler, kıtanın dört bir yanında daha fazla çeşitlilik içeren taban örgütlenmelerinin yaratılmasına katkıda bulunan biçimde, onları baskı altında tutan tabi olma halinin yapısal yerini tanımlayabileceklerdi.

Neoliberal 1990’lı yıllarda, halk eğitimi başka yollara saptı. Brezilyalı sosyolog Maria da Gloria Gohn’un kaleme aldığı harika bir çalışma, halk eğitiminin, halk eğiticilerinin “profesyonelleşmesine” yol açan, yataylığı zayıflatan ve öğretenler ile öğrenenler arasındaki güç ilişkilerini pekiştiren keskin bir dönüş yaşadığını vurguluyordu. Halk eğiticileri, kendilerini halka “faydalanıcılar” olarak bağlayan bir biçimde, öğrencileri ile olan militan ilişkiyi bir kenara bırakıyorlardı.

Halk eğiticilerinin çoğunluğu (önceden örgütlü militanlar iken ve tabii ki bu işten para almıyorken) STK’lar için çalışır ve şu düşünceyi yayar hale geldiler: “Devletler artık birer düşman değil, dışlananları içermek üzere toplumsal girişimlerin destekçileridirler.” O zamandan itibaren, halk eğitimi de artık kolektif öznelere değil bireylere yöneltildi; siyasal-ideolojik tartışmaların yerine yöntem merkezi bir konuma geldi ve “sınıf” kavramının yerini de “yurttaş” kavramı aldı.

Halk eğiticileri, Gohn’n sözleriyle, eşitlik ve toplumsal değişim için mücadele etmeye son vererek “dışlanmışları, çok az bir kısmına yönelik olarak ve tehlikeli bir biçimde, içermek” için çalışmaya başladıklarında, devlet politikalarının kiralık yardımcıları haline gelme eğilimine girdiler. Uluslararası fon sağlayıcılarının “kendilerini denetimsiz bir ekonomiye ve sosyal hakların olmadığı bir emek piyasasına yerleştirmeyi öğrenmek” adına projelerle ilgilenmeye dönük gündemini benimsemek adına mücadele için örgütlenmeyi bir tarafa bırakan bir tarz hakim olurken, eğitici-militanların yerini ise üniversite mezunları alacaktır.

Bütün halk eğiticilerinin bu yola girmediği açıktır. Her ne kadar halk eğiticilerinin çoğunluğu ilerici hükümetlerin iktidarda olduğu dönem süresince Toplumsal Kalkınma bakanlıklarına dahil edilmişlerse de, halk eğiticilerinin en etkin ve isyankâr kesimleri yeni [toplumsal hareketler] ile, geri kazanılmış fabrikalar ile ve topraksız köylüler ile birlikte çalışmakta ve zamanlarını ve çabalarını kendilerini kırsal ve kentsel halk kesimleriyle birlikte kurmaya adamaktadırlar.

Yeni halk eğiticileri neslinin (bir unvanı olmayan ve isimleri bilinmeyen) kayda değer bir kısmı, kendilerini, yerellerde biriken halk bilgisini öğrenmeye adamakta ve bu bilgiyi kodlamak ya da kendi amaçları için kullanmak yerine aşağıdan örgütlenmeleri güçlendirmeye çabalamaktadırlar. Şilili tarihçi Gabriel Salazar, halk kesimlerinin kendilerini kendi mekânlarında ve kendi evrene yönelik tasavvurlarına dayanarak eğittiklerini ileri sürerek şöyle söyler: “Halksal öz-eğitimin hedefi, güç yaratmaktır.”

Yollar, bütün özgürleştirici/kurtuluşçu süreçlerde sıklıkla olduğu gibi çatallanmaktadır: Önemli olan şey, halk eğitiminin, yeni kolektif öznelerin ortaya çıkışıyla birlikte dönüşen ve halkların bilgisini kendine dahil etme becerisine sahip olan biçimde, yaşayan bir şey olmasıdır. Eğiticilerin bir kısmı, eleştirel pedagojinin hızlanmak değil yavaşlamak ile ilgili olduğu düşüncesindedirler.

kaynak: chiapas-support / çevirgen: süreyya özgör

Gönder gitsin