ciddimevzu

gerçekte iğrenç insanlar olan beş aşırı meşhur kişi // mehek kapoor

ölünün arkasından kötü konuşulmaz denir, fakat ya ölmüş olan kişi hakkında söylenenlerin her kelimesini (hatta daha fazlasını) hak ediyorsa? pablo picasso, steve jobs, mahatma gandhi, winston churchill, rahibe teresa. bu beş aşırı meşhur melek imajlı şeytanı kısaca yakından tanıyalım…

Ölünün arkasından kötü konuşulmaz denir, fakat ya ölmüş olan kişi hakkında söylenenlerin her kelimesini (hatta daha fazlasını) hak ediyorsa? Dünya üzerinde her gün ölüp giden sayısız adı bilinmeyen insan var ve bu insanları yakın çevreleri dışında tanıyan eden de yok.

Bunun aksine bir de öldüklerinde bütün dünyayı üzüntüye boğmuş olan az sayıda oldukça meşhur ve neredeyse herkesin tanıdığı insanlar var. Yaşadıkları sırada hayatları insanlar tarafından fazlasıyla ilgi gören ve bu dünyadan göçtüklerinde arkasından yas tutulan kişiler bunlar. Fakat bir de iyi ki ölmüş diyeceğiniz türden kişiler var. Arkalarında onların yaptıklarının bedelini ödeyen insanlar bırakan kişiler bunlar. Burada aslında hayatlarının gölgede kalmış kısımlarında karanlık karakterler olan beş aşırı meşhur kişinin arkasından konuşacağız. Başlayalım.

Pablo Picasso

Picasso bu gezegen üzerinde yaşamış en yaratıcı zihinlerden birisi olarak bilinir. Picasso’nun tabloları milyonlarca avro ve dolara satılmıştır ve onun ölümü sanat dünyasına adeta bomba gibi düşmüştür.

Fakat Pablo Picasso’nun kişisel hayatında aslında bir kadın düşkünü ve eşini döven biri olduğunu bilen kişilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. “Karısını döven” demek muhtemelen az kalacaktır. Picasso bir şekilde ilişkide olduğu bütün kadınlara şiddet uyguluyordu. Resmi eşlerinden sevgililerine, modellerinden kendisine ilham veren kadınlara kadar hepsine hem de. Bundan muaf kalabilen bir kadın dahi yoktu ve Pablo Picasso bu kadınları acımasızca bilinçlerini kaybedene kadar dövüyordu. Yarı ölü hale gelene kadar.

Ardından dövdüğü kadınlar yarı çıplak halde neredeyse baygın haldeyken bir mum getirip mumu eritip üzerlerine damlatıyor ve onların acı içinde inlemelerini seyrediyordu. Pablo Picasso, etrafındaki kadınların acı ve ıstıraplarından zevk adan içten bir sadistti.

Steve Jobs

Teknolojinin büyük patronu Steve Jobs’a neredeyse tapanlar var, fakat hakikat uzun süre gizli kalmıyor ya da görmezden gelinemiyor. Kız kardeşi Lisa Brennan-Jobs, Steve Jobs’u “Small Fry” başlıklı anılarında ifşa etti ve Jobs’un ne kadar korkunç bir koca ve baba olduğunu ayrıntılar vererek kaleme aldı. Kızının yazdıklarına göre, Jobs küçük kızları ağlatmayı seven bir adamdı!

Kızı Jobs’un annesiyle ayrıldıktan sonra çocuk desteği olarak ayda sadece 500 Dolar gönderdiğini de yazacaktı, ki Jobs’un kazandığı parayı bir düşünün… Steve Jobs cinsel açıdan sorunlu, kafası karışık, sözlü ve psikolojik istismardan sakınmayan ve kendisine tapan türden bir adamdı, öyle ki başka insanların başarılarının üzerine konup o ürünlerin üzerine kendi markasını basmaktan da bir tür zevk alıyordu.

Bu davranışın en göze çarpan örneği, Jobs’un aslında ne iPhone’u ne MacBook’u ne de bunları mümkün kılan yazılımları icat eden kişi olmamasıdır. Bugün kullandığımız temel Apple ürünlerinin hiçbiri ama hiçbiri Steve Jobs’un kendisinin yaptığı icatlar değildir. Jobs sadece bunların yaratım sürecini başlatan ve kendisini bu ürünlerin yüzü olarak sunan kişidir. Apple’ı Apple yapan Steve Wozniak ve Jonathan Ive gibi sayısız çok daha büyük işler yapmış insanlar var, bu durum bugün de geçerli.

Steve Jobs’un kızı Brennan-Jobs kendisi henüz yaklaşık dokuz yaşındayken babasının onun gözleri önünde kız arkadaşıyla yiyiştiğini de yazmaktadır. Bu sahnelere bile isteye tanık edilmek onu kafası karışık, rahatsız ve sinirli hissettirecektir. Daha küçük bir çocuk olarak bu türden şeyleri kavramak ve babasının onun gözleri önünde neden böyle şeyler yaptığını anlamlandırmak oldukça zor olmuştur.

Mahatma Gandhi

Şimdi, bu adam şiddetsizliği savundu ve dünyaya barış mesajının yayılmasına öncülük etti falan derseniz eğer, size şunu söyleyeyim: size Gandhi hakkında söylenen her şey koca bir yalandan ibaret sevgili okurlar. Şöyle söyleyeyim: Hint tarihinde Gandhi’den daha iki yüzlü ve berbat tek bir kişi daha yoktur, o kadar yani.

Gandhi Güney Afrika’da bulunduğu süreçte bu ülkenin halkına karşı aşırı derecede ırkçı bir yaklaşım sergiledi. Tarihçilerin kaleme aldığı çok sayıda kitapta onun Güney Afrika’nın yerli siyahi halkı hakkında sarf ettiği iğrenç şeyleri okuyabilirsiniz.

Gandhi bir İngiliz yalakasıydı ve hatta kendi özyaşamöyküsünde bile Britanya hükümeti ile sayısız kere işbirliği yaptığını ve iktidarı ele geçirmek için bu girişimleriyle kendi hayatını dört kere tehlikeye attığını itiraf da edecekti.

Gandhi bir yandan etrafındaki Hintlilere şiddetsizliği vaaz ediyor ve onlardan silahlarını Britanyalı sömürgecilere doğrultmamalarını istiyordu, diğer yandan ise aynı Hintlileri denizaşırı savaşlara giderek Britanya tarafında savaşmaya ve kendilerinin olmayan bir savaşta öldürülmeye teşvik ediyordu.

Yine Gandhi, kendi zihin gücünü sınamak ve bedeni üzerinde kontrol sahibi olmak iddialarıyla çocuk yaştaki kızlarla birlikte uyumak gibi tuhaf şeyler yapmasıyla da biliniyordu. Bugün yetmiş yaşlarında bir adam bunu yapmaya kalksa kendisini demir parmaklıkların arkasında bulacağından adım gibi eminim!

Winston Churchill

Bugün dünyada bu adamın adını taşıyan sayısız sokak ve bina var, fakat onun hakkında ne söylesek az kalacak. Churcill beyazlar hariç bütün farklı deri rengine sahip insanlara karşı aşırı derecede ırkçıydı. Britanya sömürgeciliği döneminde Güney Afrikalılara karşı bir sürü savaşı kışkırttı, ayrıca 1943’te yaşanan Bengal Kıtlığı süresince milyonlarca Hintlinin ölmesinin arkasında bu adamın olduğunu pek az kişi biliyor.

Britanyalılar Hintlilerin kanının ve terinin her bir damlasını yağmalayıp emmekle kalmadılar, ülkenin bütün zenginliklerini ve paralarını da çaldılar ve ülkeyi perişan bir yoksullukla baş başa bıraktılar. 1940’lı yılların başında neredeyse bütün meteoroloji kurumları Bengal bölgesinde kötü bir yağış sezonunu bekliyor ve açıkça bildiriyordu. Yani Britanyalılar kıtlığa yol açacak kuraklığın gelmekte olduğunun son derece farkındaydı.

Britanyalılar bunu bilmelerine rağmen kuraklığın yaşanmaya başladığı bölgeden elde ettikleri bütün tarım ürünlerini oradan alıp Britanya ordularına ve o dönemde savaş nedeniyle gıda açısından zor günler geçiren Büyük Britanya’ya aktardılar. Bu hamle dört milyondan fazla Hintlinin açlıktan kıvrana kıvrana ölmesine neden oldu.

Bu kitlesel kıyım aslında yeterince yağmur yağmamış olmasından ya ad başka doğal sebeplerden kaynaklanmamıştı ve bu kıyımdan basit bir bürokratik kararla kolayca kaçınmak mümkündü. Bu anlamda, dört milyondan fazla Hintlinin ölümünün günahı her zaman Churcill’in boynuna olacak. Britanya ya da kraliyet için ne kadar sözüm ona büyük işler yapmış olursa olsun Churchill özünde bir şeytandır.

Rahibe Teresa

Aziz ilan edilerek sonsuz saygı gören Rahibe Teresa, içlerinde misyonerlik faaliyeti yürüttüğü ve sayısız kişiyi Hıristiyanlığa inandırdığı yerli Hintliler açısından yine aslında tam bir şeytandı.

Makedonya doğumlu olan Rahibe Teresa 1920’li yıllarda İrlanda’ya göçtü ve rahibe olmaya karar vererek bir kilisede hizmet vermeye başladı. Teresa sonrasında Hindistan’a bir misyoner olarak gitti ve hasta ve muhtaç kişiler için çalışan hayır kurumlarının kurulmasına öncülük etti, fakat bu yardımları almanın bir şartı vardı: kendi dinini bırakıp Hıristiyanlığa geçmek.

İnsanların isimleri değiştirildi. İnsanlar vaftiz edildi. Fakat ortada hâlâ bir mucize yoktu. Hıristiyanlığa geçmelerine rağmen ne hastalar mucize bir şekilde iyileştiler ne de hastanelerin ve yaşam alanlarının koşullarında bir değişim oldu.

Rahibe Teresa en hafif deyimle tamamen ikiyüzlü biriydi. Bir keresinde dinsiz yazar Christopher Hitchens’a yazdığı mektupta şu sözleri sarf edecekti: “Fakirleri kendilerine verilenleri alırken Hz. İsa’nın Tutkusuna benzer şekilde acı çekmelerini seyretmekte güzel olan bir şey var.”

Rahibe Teresa hastalandığında tedavi görmek için büyük Amerikan hastanelerine koştu, fakat Hindistan’daki fakirlere iyi yaşam koşulları sunmak adına kılını kıpırdatmadı. Yegane amacı da Kilise’nin ve Hıristiyanlığın propagandasını yapıp vaazlar vermekten ibaretti.

Bugün hâlâ Hindistan’daki misyonerler ve kiliseler insanları dinlerinden Hıristiyanlığa döndürmek için rüşvet dağıtıp duruyorlar. Bu habis faaliyetleri gösteren sayısız videoya internetten tek bir tıkla ulaşabilirsiniz.

kaynak: medium.com / çevirgen: chris dadallı

Gönder gitsin