muhabbet

“şenlikçiler” ile bir kahve içimi sohbet

2021 yılının ocak ayı itibariyle hayatımıza bir “şenlik” giriverdi. birbiriyle uydulardan sekerek, sokakta karşılaşarak, birbirine alo diyerek denk gelen kadınlar kendi deyişleriyle içlerindekini kusarak başladılar yazmaya, sonrası, sonrası “şenlik”!

hakiki tosun paşa hasım yayın e-jurnal olarak uzaktan uzaktan imrenerek, likelayarak takip ettiğimiz “şenlikçilere” bir cesaret seslendik, sesimize ses gecikmedi, pek sevindik. biz de onlara soracaklarımızı bir kahve içimi kadar zamanda soruverdik, “senlik.org”dan cemre ve melek de yanıtlayıverdi. banu akkalkan’ın bayılarak takip ettiğimiz kolajları eşliğinde “şenlikçilerle” iki lafın belini kırmaya buyurun…

Sohbete ortasından dalalım: “senlik.org” ile yolunuz nerede kesişti? Şenlik’e neresinden dahil oluverdiniz? Ne yapıyorsunuz orada? Neden oradasınız?

Melek:
Yolumuz kesiştiğinde ortada “senlik.org” yoktu. Kusma anılarını birbirine anlatan ve “burada bir şey var” diyen kadınlar vardı.

Kiraz bana fikriyle ve birkaç anıyla geldi. Gelişi çok samimiydi, düşünmeden dahil oldum. Bir masa etrafında oturup karşısındaki dinledikten sonra “ya ben de şöyle bir şey yaşamıştım…” diye sohbeti hayatlarına, anılarına çeviren kadınlar canlandı gözümde. Şimdi tam da bunu yapıyorum sanırım. Tek farkı ilk duyduğumda zihnimde canlanan masaya farklı farklı şehirlerden, ülkelerden ekran başında katılıyor olmamız.

Cemre: Aslında ben Şenlik’in sıkı bir okuyucusuydum. Aklımda hiç yazmak var mıydı bilmiyorum. En azından planlamamıştım. Bir gün ansızın bir şey yazdım ben: “anı”, “an” adına ne denir bilmiyorum. İsimlendiremedim de yazdığım şeyi, ama birden çıkıverdi. Bir ay arayla iki teyzemi birden kovid nedeniyle kaybetmiştim. Aile albümlerinin içine dalmıştım sonra. Onlarla olan anlarıma dair ne varsa toplamak, saklamak, bulmak istedim. Bilmiyorum belki sadece yeniden bakmak istedim o anlara. Baktım baktım fotoğraflara, yoklar… Benim aradığım, bulmak istediğim, saklamak istediğim onlarla olan anlar kadrajın dışında kalmış. Hiç kadrajlanmamış yani. Mutfağı görmemiş mesela kamera. Koca albümde bir iki tane kare var mutfaktan. Hep böyle kurulu sofralar çekilmiş, sofranın etrafında sıra sıra dizilmiş yüzler. Teyzelerim kalabalıkta ayrıntı gibi iki küçük surat. Ben çocukluğumdan o sofraların hazırlanış aşamalarını çok detaylı hatırlıyorum, teyzelerimin mutfakta döndürdüğü muhabbetleri, gülüşmeleri… Bunlardan hiç iz yok bu albümlerde, kazara çekilmiş bir kare olsun bulamıyorum. Varsa yoksa “özel” günlerde çekilmiş kurulu sofra fotoğrafları. O “özel” günler de doğum günleri, nişanlar vs. Benim teyzelerime dair en belirgin anlarım, yani benim için en özel olan anlar ise “gün”ler aslında. Meşakkatli bir yemeğe adanan, benim çocuk hafızama parti gibi kazınan “gün”ler: Kısır günleri, Batırık günleri… Bu günlere dair tek bir kare yok. Yeterince özel sayılıp kayda değer bulunmamış bu günler. İşte aile albümlerine sinirle, adeta karşı atak olarak “Batırık Partisi”  diye bir şey yazdım ben. Anıda ananem, üç teyzem, annem ve ben ananemin mutfağındayız. Batırık denen güneye özgü uğraşlı bir yemek için toplanmışız; bir yandan gülüşmeler, şakalar, heyecanlı bekleyişler var. Yani o fotoğraflarda olmayanlar, kameranın kaydetmedikleri… Yahut kaydetmeye değer görmedikleri. Şenlik zaten tam da bunu yapıyordu bana kalırsa. Kamerasını kadrajın dışına doğrultuyordu. Ya da ana akım bir filmin kurgusunda rahatça gözden çıkarıverilecek o anlara. O anlara kıymetini iade etmek gibi de biraz… Batırık Partisi’ni yazar yazmaz Şenlik’e yolladım. Neredeyse tekrar okumadım bile. Yayınlanır mı, cevap alır mıyım hiçbir fikrim yoktu. Yayınlanmasa da yazdığım şeyin bir şey ifade edeceğini biliyordum, hissediyordum. O yüzden tereddütsüz yolladım aslında. İyi ki de yolladım, bu sayede Kiraz ve Senem’le tanıştım. Anı yazma atölyesine katıldım, anılarını okuduğum kadınlarla yolum kesişti. Kısaca, Şenlik’le kesişmemin anısı böyle benim. Şu an Şenlik’e hafızamdan çıkmayan, aile albümlerine falan da sığmayan anları yazmaya devam ediyorum diyebilirim.

“Şenlik” bir nedir? Kadınlığın aşağıdan tarihinin ufak ufak yazımı mı? Kadınlığa dair gündelik ile evrensel olanın bir tür çarpışması mı? Bir “içimizi dökelim yahu” mekânı mı? Başka türden bir feminist yazı çizi mecrası mı? Hiçbiri mi? Hepsi mi? Bazıları mı? Özetle, sizce “Şenlik” bir nedir?

Melek:
Şenlik bu sorunun kendisi… Bu soruyla karşılaşmak beni çok sevindirdi. Şenlik içini dökmek, toplamak, anlatmak isteyenlerin ve bunları dert edinenlerin buluşma noktası. Hepsi olabilecek güçte, ama hiçbiri olursa da dert etmeyecek durumda.

Cemre: Bu biraz yanıtlaması zor bir soru benim için. Şenlik kadın+ların anılarını yazdığı, bazen anlattığı bir site aslında en basit haliyle. Saydıklarınızın hepsi diyebilirim, hiçbiri de diyebilirim. Kadınlığın aşağıdan tarihi diyemeyebilirim. Kadın+ deneyimleri diyebilirim, belki küçük tarihler diyebilirim. Ev yapımı tarihler 🙂 Gündeliğe bir övgü diyebilirim edebiyata sığınarak. Her şeyden önce bir buluşma, karşılaşma mekanı diyebilirim. Bilemedim. İyisi mi ben ilk sorudaki yanıtıma dönerek cevaplayayım bu soruyu. Benim için Şenlik, dediğim gibi, aile albümlerinin bir telafisi olarak başladı. Telafi belki doğru kelime değil burada. Kendi albümünü, arşivini kurmak gibi biraz. Hafızamızdan çıkmayan ama bildiğimiz anlamda -hadi geleneksel diyelim- oluşturulan albümlerin (tutulan kayıtların kuyutların işte, adına ister albüm diyelim, ister arşiv, ister tarih kitabı, ister ana-akım bir biyografi) içinde yer almayanları-kendine yer bulamayanları kaydetmek ile ilgili bir derde cevap veriyor Şenlik bana kalırsa. Dediğim gibi o anlara, kimselere, gündeliğe kıymetini iade ediyor bir anlamıyla. Anı bir tür olarak önemli bence bu noktada. Neye anı diyoruz? Neyi anlatılmaya değer görüyoruz, neyi saklamaya, kaydetmeye, hatırlamaya değer buluyoruz? Kayda değer olanlar ve olmayanlar çok belirlenmiş, cinsiyetlendirilmiş şeyler aslında. Ve biz yazmazsak kaybolacak olanları; resmî kayıtlara, geleneksel kayıtlara belki hiç geçmeyecek olanları yazmak yeni yollar bulmayı da doğalında getiriyor gibi. Tüm bunlar alternatif bir tarih yazımıyla da kesişiyor, feminist bir edebiyatla da. Şenlik kadın+’ların hikayelerini kendi ellerine almalarına alan açan bir mecra; bu da bildiğimiz anlamda bir hikâye anlatıcılığından farklı bir şeyi beraberinde getiriyor, zorluyor gibi geliyor bana. Yeni yollar, diller arayabiliyoruz burada kendimize; deneyler yapabiliyoruz gibi hissediyorum ben. Birbirimizin deneylerinden öğreniyoruz da. Çok uzattım, kısaca bence ev yapımı kolektif bir hatıra defteri gibi Şenlik, sonsuz yapraklı ama:) Ne güzel!

Biraz da “teknik” konuları sormak istiyorum: Çok sayıda yazarın bulunduğu, sürekli güncellenen bir yayından bahsediyoruz. Mutfakta neler oluyor? Editörlük ve yayın süreçlerinde nasıl bir iş bölümü var, “Şenlik” nasıl işliyor? 

Melek: Şenliğin en güzel yanlarından biri daha önce yazmamış kadınları da dahil etmeye çalışması. Onların sesini, kalemini, anılarını duyurmaya karşı güçlü bir tutku var diyebilirim. Burada en büyük emek Kiraz ve Senem’in. Hayatımda gördüğüm en nahif tutku editörlerimize ait. Biz de onların enerjisinden ve çalışkanlığından etkileniyoruz sanırım. Herkes sadece istediği için burada. Çünkü “şenlik” böyle oluyor.  Yeni yazarlar katılmak istedikçe, “Yazmak istiyorum ama nasıl başlayacağım bilmiyorum” dedikçe atölyeler düzenliyoruz. “Şunu konuşsak iyi olur” dedikçe “Şenlik Konuşmaları” yapıyoruz. Haftada bir toplanıp yazıları okuyor, üzerine tartışıyoruz. “Mutfakta neler oluyor?” diye sordunuz ya mesela, bu toplanmaların en az üçünde yazılardan yola çıkıp “Mutfakta olmak hayatımızın neresinde?” diye uzun uzun tartıştık biz. Anılarımızla, düşüncelerimizle hatta belki çekincelerimizle birlikte. İşte bizim mutfakta böyle şeyler oluyor. 🙂

Cemre: Arkada mı denir artık ne denir, sitenin görünmeyen kısmında büyük bir emek var tabi ki. İşin büyük bölümü Kiraz ve Senem’de. Şenlik’in “şenlik”li editörleri 🙂 Onun dışında benim de bir parçası olduğum bir yayın grubu var. Pazar akşamları çayımızla, kahvemizle dünyanın dört yanından açıyoruz zoom ekranlarımızı; gelen yazılar üzerine konuşuyoruz, bazen anı anıyı çekiyor orada da. Konuşurken konuşurken yeni yazılar çıkıveriyor.

“Şenlik”in dikkatimizi çeken bir yanı, içeriğini kategorileştirme tercihini 10 yıllık dilimlerden yana kullanmış olması. Bu kategorileştirme fikrinin altında yaşam deneyimlerinde ayırt edici niteliklerin bir tür nesil farkından kaynaklandığı düşüncesi mi var?

Melek: Küçük bir notla başlayayım bu sorunun yanıtına: Editörlerimizden biri tarihçi ve deneyimleri arşivlemeyi seven biri.

Bu kategorinin altında bir sürü fikir var, Kiraz’ın Şenlik’i anlatırken üzerinde durduğu, sıraladığı nedenler…

Yaşam deneyimlerinde ayırt edici nitelikler bir tür nesil farkından mı kaynaklanır? Buna cevap bulunabilir bu 10 yıllar kategorileriyle. Bazı yaşam deneyimlerinin her zaman diliminde aynı şekilde kazanıldığını da görebiliriz. Farklı coğrafyalarda aynı zaman diliminde bile aynı zamanda yaşanamadığını da görebiliriz. Yılların birbirlerini tekrarladığını, insanların aynı yerlerinden hayata takıldıklarını, hayatın benzer koşullarda hiç de benzer olmayan şekillerde yaşandığını… yazılar 10 yıllarda biriktikçe bize çok fazla şey gösterecekler. Bence düşündüğümüzden de fazla…

Cemre: Açıkçası bu sorunun cevabı bende yok. Fakat bir okur olarak şöyle cevaplayabilirim belki kendi baktığım yerden: belli politik olaylar, tarihsel kesitler kadın+ların anlatılarını, deneyimlerini, hafızalarını nasıl etkiliyor; hangi hisler belirgin bu dönemlerde, hangi anlatılar tekrarlıyor? Bu anlatılar nerelerde kesişiyor, nerelerde ayrılıyorlar? Bunlara bakmayı mümkün kılabiliyor bana kalırsa dönemsel olarak anıları işaretlemek… Hepsi için geçerli değil tabi ki bu, çok dönemsiz zamansız mekânsız anılar var Şenlik’te. Kastettiğim… Mesela benim annem yazdı bir anısını Şenlik’e, 12 Eylül’le ilgili. Sonra seksen ve sonrası ile ilgili bir şeyler açıldı onda. Anlattıkça anlattı. Tembellik ettim yazıya geçemedim bir türlü anlattıklarını gerçi, ya da kendime sakladım. Her neyse, annemin hikâye anlatıcılığına, kelime seçimlerine, üslubuna çok aşina biri olarak ben şunu görmüştüm: Annemde farklı bir şey vardı sanki. Her anıya “aslında çok hatırlamıyorum ama” diye başlıyor, cidden de çok hatırlamıyor; olayın bütünü yok mesela. Ama ufak ayrıntılar var uzun uzun anlattığı, “çok iyi hatırlıyorum burayı bak” dediği, donmuş kalmış fotoğraf kareleri gibi ayrıntılar var. Orada başka bir bellek girmiş devreye belli. Unutmak istenen silinen anlar, bir de n’aparsan yap akla kazınanlar… Bu da o dönemde ne yaşandığı ile ilgili çok şey veriyor bana kalırsa. “Olay”ın kendisinden, bütün “olan bitenin” bütünlüklü bir şekilde sıralanmasından daha çok şey söylüyor.

Kanalı değiştiriyorum hemen. “Şenlik” kendi sözleriyle “İçinde kusmak olan anılarım var, bunları anlatmak istiyorum” diyerek “karında adı bilinmeyen bir his” ile başladı. Kusmanın insanın içini gıcıklayan, kulağa pek hoş gelmeyen bir yanı var elbet, fakat kusmanın sonunda bir rahatlama, hatta vücuttan bir zehrin atılması da söz konusu. Sömürgelikten arınma sürecindeki ülkelerin özellikle 1970ler edebiyatında da bu türden, bir tür içini dışarı çıkaran, “kusan” yazı pratiklerine rastlıyoruz. “Şenlik” bütün bu literatürü de “gören” bir yerde duruyor gibi. Lafı uzattım. Siz ne dersiniz?

Melek: Kusmak sonunda rahatlık getirir, zehri atar evet. Bunu bilse de bazı insanlar kusmaktan çok korkar. Zehri atarken nefessiz kalacağım korkusu karındaki o berbat, rahatsız edici histen üstün gelebilir bazen. Şenlik hem “kusmanın getirdiği rahatlığı” hem de “kusma korkusunu” gören bir yerde bence.

Cemre: Kulağa güzel geldi buradan bakmak. Evet bence de görüyor ve kesişiyor, böyle bir yanı var. Benim okuduğum yerden de var yani 🙂 Kusma meselesi enteresan bir mesele gerçekten. Bilemiyorum üzerine ne söyleyebilirim, iyi tarif etmişsiniz aslında. “İçini dışarı çıkaran” ya da için dışarıya taştığı… Taşıyor da artık bir yandan: “-Karnımda bir his var, adını tam bilmiyorum. -Yazarsan geçebilir.” Çıkması lazım artık onun oradan çünkü. Öyle bir yanı var bence bu “kusan” yazı pratiklerinin. Şenlik’te de böyle bir şey var bence. Benim yazma deneyimimi kapsıyor en azından bu tanımlama. Benim deneyler yapmak diye adlandırdığım şeyle de kesişiyor aslında, deniyorsun ve bazen içgüdüsel geliyor bir şeyler. Bir dil arama meselesi var çünkü. Sömürge sonrası literatürde de bu var. Şenlik’te de, bu bahsettiğiniz literatürde de yazma pratiğinin hegemonik olana karşı hikâyeyi eline almak, söz söyleme hakkını eline almak, kendi sesini dilini kurmakla/bulmakla güçlü bir bağı var gibi geliyor bana.

Ne güzel oldu, çok teşekkürler!

Melek & Cemre: Biz teşekkür ederiz bu keyifli sohbet için!

Gönder gitsin