popkült

en karanlık tabular: fleabag dizilerdeki saçma kadın temsillerini darmadağın etti // naomi joseph

fleabag’in isyankâr doğalcılığı, bir kadın başkarakterin kendisinin kim olduğunu bulmak üzere bir yolculuğa çıkmasını engellemeye çalışan yaklaşıma muazzam bir şekilde meydan okuyor. fleabag’de kadın, eksikli, mutsuz, kendi yolculuğuna çıkmaya kaşınan ve her türden içsel ve dışsal canavar ile mücadele eden bir varlık. kendisi haline gelmesinin, kendi sesini bulmasının yolu bu.

Utandıran anlar, göz yaşartıcı seks sahneleri, keyifli küfürler, çıplak korunmasızlık halleri ve buram buram edepsizlik: BBC’de yayımlanan çığır açıcı sitkom “Fleabag” aldığı ve alacağı ödülleri fazlasıyla hak ediyor.

2016’da ilk sezonu yayınlanmaya başlanan “Fleabag”, kendisinden birkaç yıl önce (2013’te) yayınlanmaya başlanan Netflix’in cezaevi dizisi “Orange is the New Black”in başlattığı dizilerdeki sıra dışı yeni trendin bir parçası oldu. Her iki dizi de, kadın psikolojisinin, biyolojisinin ve anatomisinin tabu köşelerini ortaya serme konusunda şok edici şekilde keskin ve bile isteye edepsiz diziler olmalarıyla dikkatleri çekti.

Kadın karakterleri kadınları halının altına süpüren toplumun sınırlayıcı filtreleri üzerinden değil, gerçekte oldukları gibi göstermeyi vadeden kadınlar eliyle yazılan diziler bunlar.

Fleabag’in bizzat dizinin yazarı da olan Phoebe Waller-Bridge’in canlandırdığı ve onun tek-kadınlık gösterisi “Touch”tan ekrana uyarlanan ismini henüz bilmediğimiz başkarakteri, hayatın anlamını bulmak için debelenen yirmili yaşlarını geçmekte olan bir Londralı.

Bu karakter, grotesk ilişkiler ile rasgele karşılaşmalar ipinde canbazlık yapan ve bir yandan batmak üzere bir kafeyi işletmekle cebelleşen, cinsel ilişki yaşamak konusunda pek seçici olmayan, sık sık porno izleyen bir seks bağımlısı.

Bu karakter aynı zamanda erkek arkadaşının onu aldatmasının ardından intihar etmiş olan en iyi arkadaşının ölümünü de kabullenmeye çalışmakla uğraşıyor. İlk sezonun yarısına geldiğimizde, bu hikayedeki erkek arkadaşın aldatma fiilini gerçekleştirdiği kişinin Fleabag –başkarakterimiz– olduğunu öğreniyoruz.

meydan okuyan beklentiler

Waller-Bridge’in karakteri üst-orta sınıf bir aileden geliyor fakat bu arka plan açısından kendisine yöneltilmekte olan bütün beklentilere meydan okuyor. Örneğin, iflah olmaz bir yalancı ve hırsız. Çalmak biraz da hissettiği güvensizlik duygusundan ve duygusal açıdan yetersiz olan babasının dikkatini çekme ihtiyacından kaynaklanıyor.

Fleabag’in bütün hayatı, bankadaki kredi görüşmesinde üstünün çıkarmaktan (özgür fikirli bir aktris olan Olivia Colman’ın muhteşem şekilde canlandırdığı) kendisini bir sanatçı olarak görmekte ısrarlı sinir bozucu üvey annesinin yaptığı bir çıplak kadın heykelini çalmaya kadar uzanan bir dizi utanç veren aksilikle dolu. Fleabag’in bütün hamlığıyla ortaya konulan “ihmal edilmiş yetim” imgesi (ki bir genç kadından olması beklenenin tersidir) kısmen annesini meme kanseri nedeniyle kaybetmiş olmasının bir sonucu.

Geleneksel olarak, televizyon dizilerindeki kadın başkarakterler kendileri adına konuşmak yerine bizlere “sunulagelmişlerdir”. Dizilerin hikaye örgülerinde toplu olarak yansıtılan çeşitli toplumsal roller ve beklentiler eliyle karanlığa itildikleri için onların gerçek seslerini duyamayız: pasif, nesneleştirilmiş cinsellik, bir partner bulma ya da bir aile kurma arayışı, zarif ve bakımlı görünme, duygusal olgunluk, duygusal destek sunmaya her daim hazır olma, kendini feda eden annelik, vb. Özetle bunlar “temiz” karakterlerdir.

İşbu “temizlik” hem içsel ve dışsal bir durumdur – hem karakterin hem de bedenin saflığı söz konusudur. “Düzgün” bir kadın çalmaz ya da size yalan söylemez ya da küfretmez ya da otururken uygunsuz şeylerden bahsetmez. Benzer şekilde, terlemez ve kötü kokmaz, bacakları kıllı değildir, regl olduğunu kimse görmez bilmez ya da tuvalete gittiğini.  

Ekranlarda çıplaklık o kadar yaygın hale geldi ki artık kimseyi şok etmiyor. Yine de dizi ve film yapımcıları (özellikle de dış ortamlarda çekilen komedi sahnelerinde) sabah kalktığında berbat görünen, sivilceleri ya da yağ bezeleri olan bir kadın karakteri göstermek konusunda halen daha isteksizler. Fleabag ise hakiki doğalcılık vaat ediyor; hakikaten çığır açıcı olan da bu – her gün karşımıza çıkan ve sayısı giderek artan filmlerde ve dizilerdeki çıplaklık dozajı ayarlanmış bedenlerin içi boş seks sahnelerine yüz vermiyor.

Aralarında samimi bir şekilde seks ve modern datelerin tehlikeleri üzerine tartışıp duran “Sex and the City”nin dört kadın başkarakterini unutuyor değiliz; fakat bu karakterler gayet alımlı, başarılı ve şık giyinen karakterlerdi. Bu karakterlerden hiçbirinin bir “fleabag” [bir “pislik”] ile en ufak bir ilişkisi yoktur. Waller-Bridge’in yarattığı karakter, daha ziyade, Lena Dunham’ın dizisi “Girls”e (2012-2017) yakın durmaktadır, fakat bu sefer HBO’nun düzeltmeli dokunuşlarından bile isteye kaçınarak. Fleabag’deki her şey, müzik ve kamera çekimlerinden bakış açısı çekimleri ve monologlara kadar her şey kaba ve hamdır.

“Sex and the City” kızları: samimi fakat gösterişli kızlar.

İşin aslı, sinema ve televizyon genellikle hem kadın başkarakterler hem de yan karakterler konusunda bu basmakalıpların izinden gitmeye devam ediyor; bu nedenle, norm’dan herhangi bir sapma bizlere canlandırıcı biçimde cesur bir girişim olarak görünüyor. Bu dizi ve filmlerde “düzgün” bir kadın da, bu anlamda, ancak ve ancak deterjan kokacak denli steril bir tip olarak kalıyor.

pot kırma ve başarısız olma

Waller-Bridge’in sürekli pot kıran ve başarısız olan bir genç kadını canlandırarak meydan okuduğu şey de tam da bu içi boş sterillik algısı. Waller-Bridge’in genelde anal seks, mastürbasyon ve hayatta kalmış olmaktan suçluluk duyma gibi rahatsız edici konular üzerine samimi ve sansürsüz yorumlarını içeren o eğlenceli kameraya yakınlaşıp konuşmaları, davranışlarından sadece utandığını değil, aslında gurur da duyduğunu gösteriyor.

Dizinin ayırt edici özelliği olan bu hiper-doğalcılık da işte bu gururun bir sonucu. Nihayet, film ve dizilerdeki erkek başkarakterlerin hata yapmasına on yıllardır izin veriliyor. Ekrandaki erkeklerin eğlenceli, rezil, çirkin, gelişigüzel herkesle yatıp kalkan ve düzenli bir ilişki yaşamaktan ölesiye korkan kişiler olmalarına izin veriliyor. Kadınlara neden verilmesin ki?     

Söylenene göre Amerikalı mitoloji uzmanı ve yazar Joseph Campbell, kendisine “kadının yolculuğu”nu oluşturan şeyin (yani, kadın başkarakterlerin anlatılar içinde kendine biçilen rollerin üstesinden gelmeye dönük yaşadıkları zorlukların) neler olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiş: “her şeyden önce bir kadının gidecek hiçbir yeri olmadığı için bir kadın yolculuğu diye bir şey de yoktur.”

Campbell kitaplarında dünya mitolojisinde erkek kahramanların izledikleri yolları araştırıyor. Bu yollar birbiri ardına adımlardan oluşuyor ve üstesinden gelinmesi gereken sorunlarla, çözülmesi gereken bulmacalarla ve öldürülmesi gereken canavarlarla dolu. Bir kadının ise bir erkeğin yapmak durumunda olduğu gibi kendi failliğini harekete geçirmekle uğraşması gerekmiyor: o zaman “olmuş”, zaten mükemmel. Mitolojide, erkekler kendi hikayelerinin hakiki kahramanları haline gelebilmek için bin türlü sıkıntı ve belanın üstesinden gelmek zorundayken, kadınlar ise daha doğuştan kendileriyle barışıklar.

Bu yaklaşım, bir kadının, süreç boyunca kendini aptal durumuna düşürecek olması bir yana, kendisinin kim olduğunu bulmak üzere bir yolculuğa çıkmasına, pot kırmasına ve deneme yanılma yoluyla anlam arayışına girmesine gerek olmadığına işaret ediyor. Deterjan temizliğindeki mükemmelliği hayatı boyunca değişmeksizin kalıyor ve mutluluğu güvence altına alıyor – özelikle de bir aile kurmak için doğru adamı bulması halinde.

Fleabag, eksikli ve gerçek olmaktan utanmayan kadın karakterleri ekrana taşıyor.

Fleabag’in isyankâr doğalcılığı ise (özellikle dizilerde sayıları artmaya devam etse de yine de sayıca az olan) kadın başkaraktere dönük bu yaklaşıma harika bir şekilde meydan okuyor. Fleabag’de kadın, eksikli, mutsuz, kendi yolculuğuna çıkmaya kaşınan ve her türden içsel ve dışsal canavar –bağımlılıklar, güvensizlikler, ihmalkâr baba, ölmüş anne, soğuk nevale kız kardeş, sahte ve kendini beğenmiş üvey anne, o tuhaf dallama herif, kaba bankacı– ile mücadele eden bir varlık. Kendisi haline gelmesinin, kendi sesini bulmasının yolu bu.

Sonuç olarak, kadınları o yavan basmakalıp dişil mükemmellik temsillerinden ve cici kızlık beklentilerine uyma ihtiyacından özgürleştiren bir trend ile karşı karşıyayız. Eksikli ve gerçek olmaktan utanmayan kadın karakterleri ekrana taşıdığı için de Fleabag’e teşekkür etmeliyiz.

kaynak: theconversation.com / çevirgen: sevil ainsley

Gönder gitsin