Squid Game’deki insan doğası hakkında 5 çarpık görüş // Chris Laverne
Uyarı: Bu yazı aşırı derecede fazla spoylır içerir.
Hwang Dong-hyuk’un Squid Game’i için hayatta kalma temelli korku türünün şaheserlerinden biri diyebiliriz, çünkü dizi insan doğasını bir dizi farklı bakış açısı ve kişilik tipi üzerinden karanlık ve serinkanlı bir biçimde incelemeyi başarıyor. Burada dizideki beş temel karakteri ele alacak ve bu karakterlerin insanlık ve kolektif doğamız açısından neleri ortaya koyduğunu inceleyeceğiz. Diziyi henüz izlememiş ya da bitirmemiş olan okurlara “spoylır” uyarımızı bir daha yapayım. Başlayalım!
1. Cehalet mutluluktur ve insanlar içinde bulundukları durumların hakikatinden kaçmak adına çok çok ileri gidebilirler.
Cho Sang-Woo’nun karakteri hayranlık uyandıran bir karakter, çünkü kendisi oyunu doğru şekilde oynamak ve zor kararlar vermek açısından gerekli donanıma sahip.
Karakter: Cho Sang-Woo
Cho Sang-Woo şüpheci bir karakter. Merhametten nasibini almamış biri ve herhangi bir ahlaki pusulası varmış gibi de görünmüyor. Bu durum, şeker kalıbı oyunu süresince bir sosyopat misali kendi takım arkadaşlarına yalanlar söylemesi ve eski dostu Seong Gi-hun’un şemsiyeyi almasına izin vermesiyle açıkça görülüyor zaten. Dahası, Sang-Woo’nun misket oyunundaki Abdul Ali’ye dönük ihaneti düpedüz iğrenç bir şey ve onun her anlamda aşağılık ve kötücül bir karakter olarak oturmasını sağlıyor.
Gerçek dünyada, Cho Sang-Woo boğazına kadar borç içinde ve zimmetine para geçirme suçundan tutuklanması için hakkında arama kararı çıkarılmış durumda.
Fakat daha derin bir analizle, Sang-Woo aslında Squid Game’in kahramanlarından biri, çünkü kendi ahlaki arızalarının bilincinde olan birkaç karakterden biri. Evet – çelişkili bir durum fakat doğrusu bu; nedeni de şu:
Neler olup bittiğini anlayan ve kabul eden tek kişi o. Sang-Woo bir sıfır-toplamlı oyun oynamakta olduklarını anlayan birkaç karakterden biri. Takım üyelerinin geri kalanı bir takım olarak kalabileceklerine dair muazzam bir yanılsama içindeyken, Sang-Woo ise daha en baştan itibaren kazanan kişi hariç herkesin öleceğini kabul eden tek kişi. İlk bakışta bu durum kulağa tiksindirici gelebilir, fakat biraz daha düşünüldüğünde Sang-Woo’nun takım arkadaşlarının oyuna dönük naiflikleri ve olan bitene göz yummaları da tiksindirici. Bu oyunu bile isteye oynayarak zaten cinayete ortak oluyorsunuz ve Sang-Woo sadece bu olguyu kaldırabilen ve yaptıkları şeyin sorumluluğunu kabul eden birkaç karakterden biri. Basitçe söylersek, diğer karakterlerin cahilliği bir kumpas aygıtı üzerinden düşünüldüğünde memnuiyet verici olabilir, fakat bu durum onları etraflarında süregiden bütün o ölümler ve şiddet konusunda daha az suçlu yapmaz. Sang-Woo en azından bunun bir ahlaki arıza olduğunu kendine itiraf edebilecek kadar öz-saygıya sahiptir.
Oyuncuların oyunu terk ettikleri bölümüm adı “Cehennem”.
Sang-Woo, faydacı kararlar vermek konusunda beceriklidir ve eğer o böylesine pratik zekalı olmasaydı, oyunu Jang Deok-su kazanması çok olasıydı. Ya da en azından Sang-Woo olmasaydı, daha sevilebilir karakterlerin oyunu kazanmak açısından hiçbir şansı olmayacaktı. Bunun en açık örneği, cam köprü oyununda görülebilir. Sang-Woo birini öldürmeyi tercih ediyor, ki bu Seong Gi-hun ve diğer karakterlerden pek çoğunun – en azından açık bir şekilde – asla yapmayacağı bir şey. Fakat ortada bir çifte açmaz var. Sang-Woo bir karar vermediği durumda da muhtemelen aynı sayıda insan ölecek. Eğer Sang-Woo donsaydı, bir sayı seçme konusunda Gi-hun’un yaptığı gibi kararsız kalakalacaktı ve birini öldürmek yerine kendisi ölecekti. Soru şu: Ahlaki açıdan bu daha mı iyi olacaktı? Spritüal ya da Kantçı bir bakış açısından muhtemelen evet, fakat faydacı açıdan bakıldığında Sang-Woo mantığa dayanan bir karar verdi.
Sang-Woo’nun intiharı, onun karakterinin ahlaki pusulasının karmaşıklığına bir katman daha ekliyor.
Sang-Woo’nun intiharı onun sahip olduğu yüksek ilkenin de kanıtı. Squid Game’in bizler üzerinde gerçekleştirdiği düşünce deneyi aslında şu: En kötü gününüzde aslında kimsiniz? En kötü gününde insanlık aslında nedir? Bütün yarışmacıların oyunu terk etmek için oy verdiği ve gerçek dünyaya geri döndüğü ikinci bölümünün adının “Cehennem” olduğunu unutmayalım; buradaki ima apaçık belli. Bu yarışmacıların gerçek dünyaları oyunlardan daha berbat, çünkü gerçek dünyada bir ölüden farkları yokken oyunda ise en azından bir şansları var. Bu anlamda dizi, dibe vurmuş ve sonrasında içinden çıkılmaz durumlara düşmüş bir dizi karakteri ele alıyor. Sang-Woo kendisini öldürdüğünde, aslında diğer oyuncuları öldürdüğündekiyle aynı faydacı analizi işe koşmuş oluyor. Sang-Woo, oyun boyunca oyunu kavrayan ve kendi ilkelerini önce diğer oyunculara ve sonra kendisine eşit şekilde uygulayan az sayıdaki kişiden biri.
Bu ise Sang-Woo’nın iyi bir adam olduğu anlamına gelmiyor, fakat Sang-Woo’yu kendi bağlamı içinde ve Jang Deok-su gibi daha itici karakterlerin karşısına koyarak yorumlamak önemli. Bütün oyuncular bu cinayet oyununu kendi iradeleri ile oynuyor; herkes suçlu. Sang-Woo’nun karakteri bizlere hayata dair rahatsız edici bir hakikati hatırlatıyor: Çoğumuz gözlerimizin önündeki sefil gerçeklikle fiilen yüzleşmek yerine suç ortağı olduğumuz bir cehaletle yaşamayı tercih ediyoruz.
2. Şiddet bir yere kadar işe yarar, fakat insanlık tamamen canavarca bir kaba kuvvetle yönetilemeyecek denli karmaşıktır.
Jang Deok-su sürekli şansını zorlayan ve şiddete başvuran bir canavar.
Karakter: Jang Deok-su
Squid Game’deki en tiksindirici cani kişilik, radikallik derecesinde Darwinci bir zihniyeti benimseyen Filipinli çete üyesi Jang Deok-su’dur. Ona göre, güç demek kudret demektir; ve izleyiciler olarak ondan nefret ederiz çünkü onun kaba ve şiddet içeren yolları fazlasıyla saldırgandır fakat en az o kadar da etkilidir. Onu hem kınanması gereken biri hem de oyunun en iyi oyuncusu haline getiren bu tuhaf paradoks dikkatimizi hikayeye vermemizi sağlamaktadır. Neden? Çünkü bu paradoks insan doğasında gerçekten var olan bir gerilime işaret etmektedir. İyi insanlar hep mi kaybeder? Toplumun yüzeyini kazıdığınızda, aslında her şeyi alttan alta yöneten şey şiddet midir?
Yanıt oldukça karmaşık. Şiddet hakimiyet ve zafere giden en açık yol. Gelgelelim ne kadar açık da olsa, bu onun, en azından insanlar âleminde, uygulanabilir olduğu anlamına gelmiyor. İnsanlar hayatın tamamının bir hayvani mücadeleye indirgenemeyeceği denli fazlasıyla karmaşık ve fazlasıyla toplumsal bir varlık, ve eğer sadece bileğinizin gücüne güvenmeniz halinde, zeka, toplumsal dinamikler ya ad duygusal manipülasyon er ya da geç sizi alaşağı edecektir. Jang Deok-su konusunda, bütün demir yumruklu diktatörlerde olduğu gibi, mesele bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği değil ne zaman gerçekleşeceğidir. Eğer şiddet sizi iktidarda tutan tek tutkal ise, saat sizin için işliyor demektir.
3. Yüce amaçlar insanların berbat durumlar içindeyken bile nazik olmasını sağlar.
Jang Deok-su ile Kang Sae-byeok Squid Game’in ilk bölümünde kavgaya tutuşuyorlar.
Karakter: Kang Sae-byeok
Jang Deok-su’nun hayat hikayesi sadece para ve güç ve bunları zor ve hile kullanarak ele geçirme üzerine kuruluymuş gibi görünürken, Kang Sae-byeok ise bunun tam tersi bir karakter olarak öne çıkıyor. Kang Sae-byeok için ise, Jang Deok-su’nun aksine, karışmak zorunda kaldığı suçlar ya da şiddeti meşrulaştıran şey sadece maddiyattan fazlasıdır ve şiddet her zaman en son başvurulacak şeydir.
Kang Sae-byeok oyundaki sessiz ve güçlü bir oyuncu.
Kang Sae-byeok karakteri en fazla hayranlık uyandıran karakterlerden biri. Onun eylemlerinin altında yatan itici sebep, kardeşi Cheol’s göz kulak olabilmek ve annesini Kuzey Kore’den çıkarabilmek. Bu karakter, sonradan Viktor E. Frankl tarafından Auschwitz: İnsanın Anlam Arayışı kitabında da alıntılanan Nietzsche’nin felsefi görüşünü akla getiriyor: “Neden yaşadığını bilen kişi her nasılsa, hemen hemen her şeye katlanabilir.” Jang Deok-su oyunda epey iyi işi çıkarıyor ve çektiği berbat kura ile başa çıkabiliyor, çünkü hedefinin ne olduğunu ve acıdan nasıl anlam devşirebileceğini biliyor. Aynısı, kendi eşi ve çocukları için aynı şeyi yapmakta olan Abdul Ali için de geçerli.
4. Gereken şey, ölçülülüktür.
Il-nam ilk sekiz bölümde zayıf ve nazik bir kişi olarak görünüyor.
Karakter: Il-nam
Squid Game’in sezon finalindeki en kışkırtıcı alıntılardan biri, Il-nam’ın ölüm döşeğindeyken oyuncuların aşırı yoksulluğu ile VIP’lerin aşırı zenginliğini eşitlediği sözlerdir: “Beş kuruşu olmayan insanla çok fazla parası olan insanın ortak yanı nedir biliyor musun? Yaşamaktan hiç zevk almazlar.”
Bu sözler oldukça çarpıcıdır, fakat aynı zamanda Seong Gi-hun’un yarışmayı kazandıktan sonraki yaşadıklarıyla da pekişecektir. Seong Gi-hun’un hayatı değişmez ve oyundan önceki geçmiş sefil hayatından çok da farklı olmayan bir şekilde kendisini hiçbir şey yapamaz halde bulur.
Il-nam oyunun işe yaradığını düşünmektedir, çünkü zenginler ile fakirler birbirlerine her ikisi de pes ettikleri için bağlıdırlar.
Buradaki genel felsefi ilke aslında tutarlı görünmektedir. Fakirliğin aşırı uçlarında hayat hiçbir elle tutulur yükselme şansının olmadığı sıkıcı bir oyun haline gelir. Aşırı zenginlikte ise, her şey oyunu durma noktasına getirecek ve Il-nam’ın “Her şey, nasıl diyeyim, tamamen sıkıcı olur işte” sözlerini yansıtacak şekilde eşitlenir. Peki ya anlam? İnsanın serpilmesi bir ölçülülük düzeyini gerektirir. Keyif, aşırı koşullarda elde edilebilecek bir şey değildir.
5. İnsanlar berbatlar, fakat içimizde zayıf da olsa bir umut ışığı var.
Seong Gi-hun dizinin başında sevimsiz bir karakter olarak ortaya çıkıyor.
Karakter: Seong Gi-hun
Seong Gi-hun, büyün oyuncular arasında en büyük karakter gelişimini gösteren kişi. İlk bölümde, annesinden para çalan ve gözü kara bir şekilde kumara bağımlı hale gelmiş sevimsiz bir insan müsveddesi olarak görülüyor. Son bölüme gelindiğinde ise, oyunu kurup yöneten o berbat güce kafa tutan beklenmedik kahramana dönüşüyor. Buna oyun boyunca karakterlerin pek çoğuna yaptığı iyilikleri de eklersek, Seong Gi-hun karakterinin – yaşanmış deneyimlerimizin gerçek ve kritik derecede önemli bir yönü olarak – bütün insanların içten içe sahip olduğu iyiliğin bir hatırlatıcısı olduğunu söyleyebiliriz.
Seong Gi-hun’un fiziksel görünümü onun karakterinin evrimini yansıtan şekilde dizi boyunca ara ara değişiyor.
Fakat umut ışığımız oldukça zayıf, çünkü Seong Gi-hun’un bir sonraki oyunun oynanmasını engellemeye dönük girişimleri ne kadar hayranlık uyandırıcı olursa olsun, şu soruyu sormak zorundayız: Bunu yapılması gereken doğru şey bu olduğu için mi yapıyor, yoksa hala şans oyunlara bağımlı olduğu için mi?
Dayanamadım; bir soru daha: Seong Gi-hun oyun için neden kızınından ayrılıyor? İyi bir insan olduğu için mi, yoksa halen daha kumara bağımlı olduğu için mi?
Benden bu kadar.
kaynak: creepycatalog / çevirgen: chris dadallı