sanatsepet

zanat-atak #0 : sanat dünyasında feminist kontratak; the guerrilla girls // martha kılıç

“eğer konuşmaktan biraz korktuğunuz bir durumdaysanız yüzünüze bir maske geçirin. ağzınızdan neler çıktığına inanamayacaksınız.”

“Eğer konuşmaktan biraz korktuğunuz bir durumdaysanız, yüzünüze bir maske geçirin. Ağzınızdan neler çıktığına inanamayacaksınız.”

The Guerrilla Girls

1985 yılında goril maskeleri takmış bir grup kışkırtıcı aktivist sokaklara çıktı. Kağıt tutkalı ve afişlerle silahlanmış olan ve kendilerine The Guerrilla Girls [Gerilla Kızlar] diyen bu aktivist grubu, sanat dünyasını kadın sanatçılara yeterince yer vermemesi nedeniyle utandırmaya soyundu. Grubun posterleri, bir eleştirmenin sözleriyle söylersek, “kaba”ydı; “açıkça isim veriyorlar ve istatistikler yayınlıyorlardı. İnsanları utandırıyorlardı. Bir başka deyişle, işlerini yapıyorlardı.” The Guerilla Girls’ün külliyatı, posterlerin (ki bugün oldukça pahalı birer sanat eseri sayılıyorlar) yanı sıra, afişler, performanslar, protestolar, yaptıkları konuşmalar, enstalasyonlar ve sınırlı sayıda basılmış işlerden oluşuyordu. Yaratım süreçlerinde alışıldık olmayan taktikleri işe koşuyorlardı. Grup, sanat dünyasına halen daha çok yol alması gerektiğini hatırlatan şekilde gücünü korumaya devam ediyor diyebiliriz. Kendilerine “sanat dünyasının vicdanı” diyen The Guerrilla Girls, ayrımcılığın pusu kurduğu her yerde saldırıya geçmek konusunda tereddüt etmeyen feminist sanatsal kontratak.

Grup, tanınırlığı arttıkça, hedeflerinin kapsamını sanat dünyasının ötesine, örneğin Hollywood’a, sağcı siyasetçilere ve eşcinsel evlilik karşıtlarına doğru genişletti. The Guerrilla Girls, zamanında onlara yaklaşmaktan bile çekinen Tate Modern ve MoMA gibi sanat kurumlarıyla birlikte iş de yaptılar, fakat kullandıkları taktikler her zamanki gibi radikaldi. 2012’de yayımlanan bir söyleşide, “bu aralar bir silah, bir östrojen bombası üzerinde çalışıyoruz… Bu bombayı attığınızda erkekler ellerindeki silahları bırakıyor ve birbirine sarılmaya başlıyorlar. ‘Burayı neden biz temizlemiyoruz ki?’ diyorlar kendi kendilerine. Nihayet, insanları ellerindeki fazla östrojen haplarını Karl Rove’a yollamalarını tavsiye ediyoruz; onun biraz daha östrojene ihtiyacı var gibi görünüyor.”

The Guerrilla Girls neler yapıp etti?

The Guerrilla Girls’ün kendisini tanıtmaya dönük taktikleri, daha önceki feminist kampanyaların hepsinden daha karmaşık işliyordu. Reklamları taklit ederek ve eğitimli tüketici kitlenin gözüne hitap ederek daha geniş kitlelere ulaşıyorlardı.

Taktıkları goril maskeleri eğlendiriciydi. Bu türden atraksiyonlarla kendi iletişim stratejilerine farklı mizahi unsurlar eklemeleri, feministlerin mizah duygusuna sahip olmadıklarına dair önyargının kırılmasına yardımcı oluyorlardı.

The Guerrilla Girls feminizmin insanların dahil olabilecekleri bir tür göz alıcı kulüp gibi görünmesini sağladı. New York Times’ta sanat eleştirmeni Roberta Smith’in yazdığı şekilde, The Guerrilla Girls “feminist teoriyi alıp ona popülist bir kıvraklık ve biraz Madison Avenue enerjisi kattı ve onu sokaklara geri saldı. Grup, aralarına sadece ve sadece kadınları alarak ve bu alımı özel davet yoluyla yaparak erkek-egemen sanat dünyasındaki güç halkalarının aynadaki aksini kurabildi.

Maske takarak ve Frida Kahlo, Gertrude Stein ve Käthe Kollwitz gibi takma isimler kullanarak, kamusal görünümlerinin teatralliğini son derece arttırdılar, ki bu tavır pratik bir amaca da hizmet ediyordu. Bu sayede, sanat kurumlarının kendi mesleki saygınlıklarına dönük karşı-saldırılar gerçekleştireceğine inanmak için geçerli nedenleri olan kendileriyle birlikte çalışan sanatçılara da bir anonimlik sağlamış oldular.

Anonim kalmaya dair kararları sanatta kadının tarihi ile de son derece ilişkiliydi. 1980’lerde pek çok sanat tarihi dersinin müfredatında tek bir kadın sanatçıya bile yer verilmiyordu ve bugün eserleri çok iyi bilinen kadın sanatçılar da henüz keşfedilmiş değillerdi.

The Guerrilla Girls’ün kısa yaşamöyküsü

The Guerrilla Girls’ün kuruluşuna ilham veren iki temel olay vardır. Bunlardan ilki, sanat tarihçisi Linda Nochlin tarafından 1971 yılında büyük etki uyandıran “Why have there been no great women artists?” [“Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?”] başlıklı feminist makalenin yayınlanmasıydı. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, Nochlin tarih boyunca kadınların sanat dünyasının Michelangeloları ve Picassoları ayarında bir büyüklüğe ulaşmakta başarısız olduğunu kabul ediyordu. Nochlin, kadınların bir şekilde biyolojik ya da entelektüel olarak aşağı düzeyde olduğuna dönük yerleşik açıklama biçimini kökten reddederek bu konuda sanat dünyasını suçluyordu. Nochlin’e göre, uzun yıllar içinde yerleşik hale gelmiş bir derinlemesine katmanlaşmış sistemde, kadınlar hiçbir zaman erkek akranları ile aşık atabilecekleri şekilde eşit şartlara sahip olmadılar. Sözünü sakınmaksızın bu suçun sanat dünyasına ait olduğunu söyleyen Nochlin, “Suç bizim yıldızlarımızda, hormonlarımızda, adet döngülerimizde değil, kurumlarımızda ve aldığımız eğitimde” diyecekti.

İkinci olay ise, 1984 yılında, Modern Sanatlar Müzesi (MoMA) Uluslararası Yakın Dönem Resim ve Heykel Genel Sergisi’ne katılmak üzere çağrıda bulunulan 169 çağdaş sanatçıdan sadece 13’ünün kadın olmasıyla patlak verecekti. Kadın Meclisi’nin çağrısıyla MoMA önünde bir protesto gösterisi düzenlendi ve The Guerrilla Girls de ellerinde pankartlarıyla bu protestoya katıldı. Fakat protestocular herhangi bir karşılık alamadılar. “Gösteriye her zamanki şeyler ile gittik: pankartlar, küçük dövizler vs. ve derhal şunu gördük: hiç kimse umursamıyordu. MoMA dışında sergi için bekleyen tek bir kişi bile bizi umursamadı, herkes öylece önümüzden geçip sergiye gitti ve hiç kimse ne kadınlar ne de feminizm hakkında tek kelime bile duymak istemedi.” Serginin küratörü Kynaston McShine ise, sanat dünyasının kadın sanatçılar üzerine hiçbir düşünce mesai yapmamakta oluşunun altını çizercesine “Sergiye çağrılmamış olan sanatçılar kendi kariyerleri üzerine tekrar düşünseler iyi ederler” şeklinde patavatsız bir açıklama yapıverdi. The Guerrilla Girls’e göre, “Bu an bizim “Tabii ya!” dediğimiz andı işte: insanlara ulaşmanın daha iyi, medyayı daha güçlü kullanan ve daha çağın ruhuna uygun bir yolunun olduğu ortadaydı.”

Gerillalar Goriller’e karşı

Grubun geliştireceği “medyayı daha güçlü kullanan ve daha çağın ruhuna uygun bir yol” grup üyelerinden birinin “gerilla” sözcüğünü farkında olmadan yanlış telaffuz etmesiyle ortaya çıkacaktı. Bu ufak dil sürçmesi, gruba, kendilerinin resmi görünümlerinin goril maskeleri olması fikrini verdi. 1985 yılına gelindiğinde, grup New York’taki sanat galerilerinin ve müzelerin yakınlarındaki görünen yerlere posterler ve çıkartmalar yapıştırmaya başlamıştı.

The Guerrilla Girls’ün ürettiği ilk poster, ki görsel içermiyor ve sadece yazıdan oluşuyordu, sanat dünyasında kadınların yeterince temsil edilmemesine işaret eden bir açıklama ile tek tek galerilerin, sergilerin ve sanat değerlendirme kurumlarının isimlerini sayarak toplumsal cinsiyet ayrımcılığının varlığını destekleyen kanıtları bir araya getirecekti. Jenny Holzer ile Barbara Kruger’in eserlerinden ilhamla şekillendirilen bu ilk kontratağı, nokta atışı toplumsal mesajların verileceği, metinlerin ve grafiklerin reklamcılık yöntemleriyle başarılı şekilde kullanıldığı eserler takip edecekti.

The Guerrilla Girls hakkında daha ayrıntılı bilgiye ve ürettiği kontratak girişimlere ulaşmak için https://www.guerrillagirls.com/ adresine bir göz atın derim.

Gönder gitsin